Ahmet Nazım Kafaoğlu Hüsa Düzce’ye girdik. Bir gün sonra Bolu’dan 80’er kişilik asılarak öldürülmüş Sarı FM Müfrezesi, Gökbayrak Müfrezesi de geldi. Takriben ağustos ortaları idi. Kuvâ-yı Seyyâre ve bunun emrine giren müfrezelerle birlikte Hendek üzerine hareket etti. Malumdur ki o esnada Abazaların ve İstanbul Hükümeti’nin derme çatma kuvvetlerinin işgali altındaydı.
Öğleye kadar yürüdük. 24. Tümen Kumandanı Mahmut Bey’in tümeni ile beraber imha edildiğinden Boğaz’a yaklaşmıştık. Esna yürüyüşte bir Abaza hocası, yanında bir Abaza ile gelerek Kuvâ-yı Seyyâre Kumandanı İbrahim Çolak‘la görüştü. Hocanın iddiasına göre bütün Abazalar teslim olacaktı. Yalnız Boğaz’ın içindeki Nüfren köyünün tahrip edilmemesi şart koşuluyordu. Kumandan İbrahim Çolak, şarta bağlı bir teslimin kabul edilemeyeceğini ve müfrezenin yürüyüşe devam edeceğini, asilerin silahları ile birlikte gelip teslim oldukları takdirde hüsnü muamele edileceğini de beyan ederek hocayı gönderdi.
Müteakiben müfreze de yürüyüşe geçti. Müren Boğazı görünüyordu. Boğaz keşif bir ormanla örtülüydü. Giriş ve çıkış noktaları sarp ve çok dardı.
Boğaz’a 2 km mesafede müfreze durdu, gerekli tertibatı aldı. Kumandanda bulunan dört makineli tüfekle Bulgar Sadık’ın müfrezesi ve Mernuş Kaptan’ın müfrezeleri Kuvâ-yı Seyyâre’den ayrılacak, Boğaz’ın şimal yamaçlarını teşkil eden tepe üzerine yürüyecekti. Kuvâ-yı Seyyâre, kısmı külliyesi ile Boğaz’ı zorlayacaktı. Ayrılan bu iki kuvvet yekdiğerine denk yürüdü.
Şimalden yürüyen müfrezemiz Boğaz‘ın tam hizasında bulunan tepeyi tutmuştu ki Boğaz’a giren Kuvâ-yı Seyyâre çetin bir müsademe ile karşılaştı. Müsademe cidden çetindi. Toplar indirilmiş, yakın mesafelere ateş ediyordu. Piyade taburlarındaki makineli tüfekler durmadan ateş ediyordu. Kuvâ-yı Seyyâre, şimalden ve cenuptan ateş altına alınmıştı. Şimaldeki küçük müfrezemiz altlarından inerek Kuvâ-yı Seyyâre’nin imdadına koştu. Şimaldeki asiler, gördükleri tazyik karşısında ricat etmek mecburiyetinde kaldı.
Vakit öğle olmuştu ama asi kuvvetlerin ateşi hızını kaybetmiş, cenuba doğru çekiliyordu. Kuvâ-yı Seyyâre bütün kuvvetiyle Nüfren köyüne girmiş, rastladığı evi ateşe veriyordu. Bir ana baba günüydü. Bu esnada sağanak halinde bir yağmur da başladı. Köyün evleri tamamen yanmıştı. Rahmetten korunacak tek bir mesken yoktu. Geceyi bu çamur ve rutubetli havada, Nüfren köy yangınları içerisinde geçirdik.
Artık sabah olmuştu. Abazalar oldukça mühim denecek derecede zayiat vermiş, her taraf leşlerle doluydu. Müfrezemizin bunlarla meşgul olabilecek vakti yoktu. Yürüdü, öğle vakti Hendek kasabasına girdik. Kasaba harap ve perişan bir vaziyetteydi. Kuvâ-yı Seyyâre kuvvetleri, takviye olarak aldığı kuvvetlerle birlikte 3000’i mütecavizdi. Hayvan iaşesinde güçlük çekilmiyorsa da 3000 kişilik bu kuvveti iaşe etmek beraberinde büyük bir sorundu.
Vazifemiz bitmemişti. Geçilmesi imkânsız olan dağları tarayacak, asileri yola getirecektik. Vazifemiz çok güçtü.