Biz ailecek bildiğim kadarıyla neredeyse 300 yılı geçkin belki de daha fazla, e-Devlet e baktım çünkü biliyorum parantez içinde burayı söylemek istemiştim tabi, Eskipazar Mahallesi’nde dedelerim kaç kuşak olduğunu bilmiyorum, anlayacağınız asırlardır burada yaşıyoruz. Bunu gururla söylemek isterim Yozgat’ın köklü ve yerli ailelerinden olmaktan her zamanki gibi gurur duyuyorum. Yozgat efendisi grubunda yöneticilik yapıyorum, Yozgatlılar dedelerime de efendiler diyerek hitap ederlerdi. Yani efendiliğimiz de çakma değil Yozgatlılar olarak.
     Neyse bunları bir tarafa bırakıp konuya gelecek olursak. Biz kenar mahallede oturuyorduk, ailenin erkeklerinin zamansız hayata gözlerini yumması sebebiyle de ailemiz biraz maddi olarak eski günlerdeki kadar Refah içinde değil Yozgatlının deyimi ile “halimiz yağımızı kavuruyor” ortahalli bir aileyiz. Yani bir işçi maaşıyla beş çocuk. Evimiz ben doğduktan sonra yapılmış diğer kardeşlerim dam evde büyümüş, bense şanslı her zamanki gibi betonarme dediğimiz müstakil bir evde yaşama şansına nail oldum. Babaannemin takıntıları nedeniyle gusülhane evin dışında da olsa, yine betondan yapılmış bir evdi en azından. Çatımız akıyor yağmur yağdığı zaman altına on tane leğen koyuyorduk o konuları fazla detaylı anlatmayım..
     Hayatımda lise caddesi taraflarında bir apartman dairesine misafir olmamıştım. Bu benim için bir ilkti. Amcamın eşi ve annem hayatta birbirleriyle geçinmezlerdi. Evlerimiz yan yana aynı bahçenin içindeydi, her bayramda barışırdık bir süre gayet güzel giderdi her şey, ama ceviz kabuğunu doldurmayacak bir meseleden yeni bir tartışma çıkar bunların araları hep limoni olurdu. İki elti hayatta birbirleriyle iyi geçinmediler. Yalan dünyanın neyini paylaşamıyorlardı onu da anlayamadım ya neyse…
     Annem ve amcamın eşinin yani iki eltinin aralarının düzgün olduğu bir dönemde sıcak bir yaz günüydü. Amcamın eşi ve kızları hazırlanmış bir yere misafirliğe gitme planları yapıyorlardı. Amcamın eşine küçük anne derdim, küçük anne nereye gidiyorsunuz dedim. Çarşının içinde bir eve misafirliğe gidiyoruz dedi. Yengeciğim kimmiş o misafirlik ben tanıyor muyum ilk defa duyuyorum dedim. Cevdet Dündar dedi belediye başkanının eşi benim sınıf arkadaşım onları ziyarete gidiyoruz dedi. Yengeciğim ne olursun beni de götür dedim. Annen müsade ederse gel dedi. Sırtımızda gidecek değilsin ya. Tabii eskiden şimdiki gibi herkes iki adım atmayıp arabalarla gezmiyordu, gideceğimiz yere ayaklarımızı kullanıp yürüyerek temiz hava alarak, sokak aralarında insanları görerek Neşe ve mutluluk içerisinde gidiyorduk..
      Neyse, koşarak annemin yanına geldim. Annem ne kadar amcamın hanımıyla arası iyi olsa da yine de konuşurken burnunu kıvırarak konuşurdu, fazla samimiyetten hoşlanmazdı. Velhasıl benim onlarla beraber gitmeme müsaade etti.
      Bayramlarda giydiğim, manifaturacı esnaflarımızdan alınmış, çiçekli basmalardan, abdullah Ersin’in kız kardeşi rahmetli Hafize Gülabinin dikmiş olduğu basma elbiselerimden misafirliğe giderken giyerdim. Bu elbiselerimden bir tanesini giydim beyaz, üzeri pembe,mor çiçekli elbisem saçlarımı iki beylik yapıp annem yandan kırmızı kurdeleleri bağladı. Kırmızı üstü çiçekli rahmetli babamın aldığı ayakkabılarımı da giydim. Amcamın eşinin peşine düştüm yola koyulduk.
        Yanlış hatırlamıyorsam Cumhuriyet alanının yan tarafındaki camızlık yokuşuna doğru giden sokaklardan birinin arasına girdik, rahmetli Cevdet Dündar’ın evine ulaştık. İçeri bir girdik ki içeride  bir sosyetik teyze var. Giyinmiş, kuşanmış süslenmiş. Saçları sarı üzerinde bir etek siyah ya da lacivert onun üzerinde krem rengi bir gömlek ayağında lacivert dolma topuklu bir ayakkabı. Sarı saçlarını da arka taraftan topuz yapmış saçının içine odundan yapılmış kalem şeklinde bir toka takmış. Çok nazik ve kibar bir hanımefendi çıktı karşımıza..
    Daha önce hiç böyle sosyetik bir teyzenin evine misafir olmamıştım. Öyle bir apartman dairesinde öyle koltuklarda oturmamıştım. Teyze bize çok iyi davrandı bizi koltuğa oturttu. Evde tekerlekli bir servis sehpası vardı. Onun üzerine hazırlanmış olduğu kurabiyeler pastalar ne varsa dizmişti. Yanlış hatırlamıyorsam evin içinde Salona geçmek için iki basamak vardı o bölümde de başka kısa süreliğine bir soru sormak için gelmiş iki bayan misafir vardı. Bir süre o bayanlarla ilgilendi. Daha sonra bizim yanımıza geldi. Hanımefendi ayağındaki topuklu ayakkabılarla, o servis arabasındadaki misafirine hazırlamış olduğu yiyeceklerle evin içinde geziyordu. Ben olup biteni hayretler içerisinde izliyordum. Servis arabasının üzerinde birkaç katlı bir pasta vardı onun üzerinde sucuk salam sosis gibi şeyler dizmişti, hanımefendi bunun bir pizza olduğunu söylüyordu. Hayatımda ilk defa pizza denilen yiyeceği rahmetli Cevdet Dündar’ın evinde görmüş oldum. 
     Daha sonra tanıdığım ve gerçeğini gördüğüm pizzayla hiç alakası yoktu ama hanımefendi o yiyeceğin pizza olduğunu söylemişti hiç unutmuyorum.
       Maddi durumumuz çok iyi değildi, ama ailemiz eğitime çok önem verirdi. Rahmetli amcam kim takdirname getirirse saat kulesinin dibinden eve kadar omuzlarımda taşıyacağım der ve bunu da yapardı hem benim kardeşlerim, hem de kendi çocukları için bunu yapardı. Kendi çocukları için verdiği bu sözü tutması fazla mümkün olmadı ama benim kardeşlerime bu sözünü yerine getirmişti. Amcamın kızı bizimle birlikte misafirlikte bulunan canım ablam yeni üniversiteyi bitirmiş dönmüş İngilizce öğretmeni olmuştu. Rahmetli Cevdet Dündar’ın oğlu da o esnada eve teşrif ettiler bir süre amcamın kızıyla sohbet ettiklerine hatırlıyorum. Biz tabii ki onlara uymak için hayatımızın en büyük mücadelesini veriyoruz amcamın karısı dil kırarak konuşuyor, hepimiz dil kırarak konuşuyoruz kibarlaşıyoruz. O kadar zor anlar yaşıyorduk ki. İnanın bu yaşıma kadar unutmadım o koltuğun üstünde çektiğim ızdırabı.
Şimdi dananın kuyruğunun koptuğu yere geliyoruz. O zamanlar hanımların giydikleri ince çorabın bir daha kalın olanı vardı, amcamın eşi çok fakir bir ailenin kızıydı babasını çok erken yaşta kaybetmişti. Tabii yüksek okulda okuma şansını da bulamamış kapalı bir hanımdı. Orada günlük evde yaptığı gibi tülbenti yaşmak yapmak yerine eşarbıyla oturmayı tercih etti. Ne yazık ki bazen onun tuhaf davranışları vardı çorabın baş parmağının ucunda bir delik varmış ona dikkat etmeden o yırtık çorabı giymiş. Bir de baktım ne göreyim ki yengemin parmağı o delikten biraz dışarıya çıkıyor. Yengem arkadaşının o hallerini görünce bu çoraptaki delikten öyle bir utanıyor ki hiç durmadan o deliği parmağının arasına sıkıştırıp göstermemeye çalışıyor ama ne yazık ki bir türlü bunu beceremiyor. Her iki dakikada bir çorabı parmağının arasına sokuyor parmak yine dışarı çıkıyor. Ben orada renkten renge giriyorum. Yengeme o kadar kızıyorum ki. Ayda yılda bir sosyete ziyaretine geldik, bizi çorabın azizliğine uğrattın canım yengeciğim. 
     Çocuk kalbim o kadar acıyor ki onun o hallerini gördükçe, yapacak bir şey de yok. Çok üzülmüştüm. Neyse hanımların bildiğiniz gibi akşam saat beşlere kadar süren günübirlik ziyaretlerini tamamlayarak oradan evimize doğru yola düştük.
    Eve geldik artık bizim taraf beni sorguya çekti. Ben de tabii ki muzipliğim her zamanki gibi ortaya dökülecek ya, orada olan biteni hepsini anlattım. Yengemin çorabı tabii ki birinci madde. Herkes gülmekten yerlere yattılar. Yengeme de bu konuda latifeler yapıldı zavallım neden o yırtık çorabı giydiğini kendisi de çok üzüldü. Ama bana da dedi ki “ seni bir daha götürmeyeceğim çakır “…. Bir daha götürürsem tövbe olsun… hayatım boyunca unutamadığım çok güzel bir anıydı.
     Rahmetli Cevdet Dündar’a, eşine, ebediyete irtihal etmiş bütün büyüklerimize Allah’tan rahmet diliyorum bu mübarek günde mekanları cennet olsun …