Ülkücülerin bugünkü düştüğü / düşürüldüğü durum karşısında, "Türk-İslâm Ülküsü”nü hayatı ve düşünce dünyası için temel ölçü kabul eden her ideâlist insanın bir durum muhâkemesi yapması gerekir.
Çünkü günümüzdeki ülkücülerin pek çok konuda ayrışma, savrulma, başkalaşma, temel ölçülerinden uzaklaşma yaşadığı;
kardeşliğimizin, gönüldaşlığımızın, samîmiyetimizin birbirimize olan sevgimizin ve asgarî müştereklerimizin azaldığı âşikâr bir hakikattir.
Dünümüz ve bugünümüz açısından; Türk milleti için gönlümüzde yeşerttiğimiz hayâllerimizin, ideâllerimizin hayata yansımasında önemli fikrî erozyonların olduğu ve hayatımızın öncelikli hedeflerinin dünyevîleştiği inkâr edilmez bir gerçektir.
Bu günkü hâli pür melalimiz devam ettiği müddetçe bizler ülkücü camia olarak; gerçi Türkiye ve dünya meselelerine aynı zâviyeden bakan, dün olduğu gibi bugün de ölümüne kardeşlik yani ülküdaşlık hukukunu yaşayan, yaşatan ve aynı ideâllere inanan böyle bir câmiâ ne yazık ki artık var mı, yok mu tartışılır olsa da, biz 12 Eylül öncesini yaşamış kadim ülkücüler olarak, meselelere Türk-İslâm Ülküsü penceresinden bakıyoruz ve bir ömür bakmaya devam edeceğiz. Hâl böyle olunca; içinde bulunduğumuz Fetret Dönemi’nde hâl-i pür melâlimiz için, ya Erdoğan Yıldızel’in; “Anlatılmaz bin dert ile geçiyor çileli ömrüm” diye başlayan, "Şu simsiyah geceler mi, acep ben mi öksüzüm” diye devam eden ve “Bir vefasız kederinden eriyor garip gönlüm” nakaratıyla biten hicaz şarkısını biteviye söyleyeceğiz.
Ya da Kemanî Serkis Efendi’nin;
“Kimseye etmem şikâyet ağlarım ben hâlime,
Titrerim mücrim gibi baktıkça istikbalime.
Perde-i zulmet çekilmiş korkarım ikbâlime,
Titrerim mücrim gibi baktıkça istikbâlime.”
diyen nihavent eserini daha uzun yıllar vird-i zeban edeceğiz. Veyâ Şerif İçli’nin;
“Derdimi ummâna döktüm, âsumâna inledim,
Yâre de, ağyâre de hâl-i derûnum söyledim,
Âşinâ yok derdime ben söyledin, ben inledim;
Gözlerim yollarda kaldı, gelmedin, çok bekledim.”
diyen hicaz şarkısını, ağır-aksak dilimizden hiç düşürmeyeceğiz.
Neden mi? Çünkü günümüzde kendisine “Ülkücü” diyenlerin bir kısmının; günlük politikayı her şeyin üstünde görüp, inanç, ideâl ve mefkûrelerini geri plana ittikleri; mü’minlere dünya ve âhiret saâdeti veren Yüce Dînimizin ahkâmını ahlâk hâline getir/e/medikleri, Türk tarihinden, Türk kültüründen ve Türkolojiden yeterince nasiplen/e/medikleri, akıl, irade ve şuur konusunda vagon oldukları; millî düşünce, aksiyoner hareket, edebiyat, medeniyet tasavvuru ve sivil inisiyatifte sınıfta kaldıkları ve ne yazık ki her alanda irtifa kaybı yaşadıkları için “kalite” problemine dûçar olduklarını görüyoruz.