O; her türlü kavmiyetçiliğin İslâm’a göre haram olduğunu bilen, ancak Allah (c.c.) ve Resûlullah (s.a.v.) aşkıyla Türk milletini sevmenin, bin yıldan beri İslâm’ın sancaktarı olan ve Î’lâ-yı Kelîmetullah yolunda en çok şehit veren bu azîz millete muhabbet duymanın bir fazîlet ve “Kızıl Elma” ülküsüyle “fâtihâne” rüyâlar gören Türk milletinin sâhibinin ve koruyucusunun Allah (c.c.) olduğuna,îman edenlerdendi. O; Türk milletine Cenâb-ı Hakk’ın rahmet ve nusretinin devam ettiğine, “İzâ zelle‘t-etrak zelle’l-İslâm” (Türklerin sükutu veyâ düşüşü, İslâm Âlemi’nin de sükutudur.) sözünün çok önemli bir hakîkati dile getirdiğine, İslâm Dünyasına liderlik yapacak olan milletin de tarihin bin yıllık şehadetiyle bu azîz ve asil millet olduğuna bütün kalbiyle inananlardandı.
O; 80 öncesinde, Başbuğ’un Ülkü Ocaklı korumalarından ve Mamak zindanlarında Muhsin Başkanın can yoldaşlarındandı. O; bu azîz vatana sâhip çıkanların ve “Bir Güzel Ülkü”ye gönül verenlerin bahtına düşen ağır yüklerle ve çilelerle imtihan edilenlerdendi. Vatanını ve milletini çok sevenlere12 Eylül cuntasının revâ gördüğü işkence ve zindanlardan fazlasıyla nasipdâr olanlardandı. Îdamla yargılandı, ama hiç eğilmedi, bükülmedi ve hep dik durdu, çünkü o da; “Düz yaşayacağız, düz duracağız, düz yürüyeceğiz, dik duracağız, doğru gideceğiz”[ 2009’da Karaman Seçim Bürosunda Muhsin Yazıcıoğlu’nun yaptığı konuşmada kurduğu cümle] diyen Muhsin Başkan gibi bir ömür bu çizgide yürüyen tâvizsiz ideâlistlerdendi.
O, “Yufka yüreklilerle çetin yollar aşılmaz”[ H. Nihal Atsız, Yolların Sonu, Yolların Sonu, 11-12] marşını söyleyerek yetişen, her türlü ihânetin kol gezdiği 70’li yıllarda canı pahasına “Hubbü’l-vatan mine’l-îman”[ Aliyyü’l-kârî, el-Esrârü’l-Merfûa, 189-191, Hadis Nu. 164; İmâm-ı Rabbânî, Mektûbat, 155. Mektup; *Vatan sevgisi îmandandır.]* inancı, Türklüğün bekâsı ve vatan müdafaası aşkıyla harekete geçen;
“Kahramanlık ne yalnız bir yükseliş demektir,
Ne de yıldızlar gibi parlayıp sönmemektir.
Ölmezliği düşünmek boşuna bir emektir;
Kahramanlık: Saldırıp bir daha dönmemektir.”[ H. Nihal Atsız, Yolların Sonu, Kahramanlık, 46-47]
şiirinde ifâdesini bulan serdengeçti rûhu ve kahramanlık duygularıyla temâyüz eden, çok sevdiği Gâlip Erdem Âğabeyin; “Bir kişiye sağlığında kolay kolay ‘ülkücü’ denmez. Hayat çizgisini değiştirmeden, ideallerinden tâviz vermeden terk-i diyâr edip Rahmet-i Rahmân’a kavuşursa işte o zaman ‘O bir ülkücüydü’ denir”[ Osman Oktay, Kendini Unutan Adam, 133] tanımına tamı tamına uyan örnek bir ülkücüydü…
O; gençlik yıllarından îtibâren mücâdele içinde geçen 64 yıllık hayâtını Hakk’a, bayrak aşkına ve Türk milletine adamış, Allah (c.c.) hatırından üstün bir hatır, vatan ve millet menfaatinden daha yüksek bir menfaat tanımamış, her zaman ve her şartta yüreği insan ve millet sevgisinin harman yeri olmuş, hayatı boyunca haysiyetli fikir çizgisini korumuş, siyâsî ve ticârî hayatında pek çok sıkıntılar çekmesine rağmen çevresine hep güler yüzünü göstermiş, fedâkâr, vefâkar ve cefâkâr bir karakter âbidesiydi.
O; hayatı boyunca hem alp, hem de eren olarak yaşamış, 12 Eylül öncesinde ve sonrasında olduğu gibi 15 Temmuz’da da alperen olmanın gereğini yerine getirmişti. Çünkü o; “Vatanımın ha ekmeğini yemişim, ha uğrunda kurşun”[ Ankara Gazi Eğitim Enstitüsü’nde 3 Kasım 1975günü şehit edilen ülkücü Alpaslan Gümüş’e âit bir söz; Bu söz şehidimizin Afyon Bolvadin’deki mezar taşına da hakkedilmiştir.] diyen ülkücülerdendi. O; “Rahmetli Muhsin Başkan’ın; Bir daha darbe olursa, kim yaparsa yapsın karşı çıkacağız. Milletine namlusunu çevirmiş tanka selâm durmam, üzerine çıkarım’” sözünü ilke edinenlerdendi... O, -pek çok ülkücü gibi-15 Temmuz 2016’nn gizli kahramanlarındandı… 15 Temmuz gecesi, abdest alarak ve hâne halkıyla helâlleşerek evden çıkmış, Etlik’ten Sıhhiye’ye gelmiş, Kızılay Meydanı’nda toplanan 200-300 kişilik grubu Genelkurmay’a doğru yürütmeye başlamış, FETÖ’cü hâinlerin helikopter ve savaş uçaklarından sıktığı kurşunlara göğsünü gererek meydan okumuştu. Erol Dok; bu yaşanan darbe teşebbüsünün.