O, 12 Eylül’de cunta rüzgârlarının en sert estiği, Mamak’taki ihtilâl mahkemelerinin ölüm kustuğu ve şubatların yirmi dokuz çekmediği dönemler dâhil, hiçbir zaman zinde güçlerle iyi geçinmek ve statükoyla uzlaşmak adına millî irâdeye kat’iyen gölge düşürmedi, hiç kimsenin tehditlerine boyun eğmedi, hiçbir dönemde aksiyoner ve demokrat çizgisini değiştirmedi. Zâten o; hukukun ve demokrasinin askıya alınmak istendiği her darbe ve vesâyet döneminde; milletin hissiyâtını korkusuzca dile getiren, halkın irâdesine ve inançlarına saygı gösterilmesi gerektiğini hiç kimseden sözünü çekmeden ve çekinmeden söyleyen, böylece demokrasinin daha fazla yaralanmasını önleyen ve milletin inanç değerlerini korkusuzca savunan; 28 Şubat’ın en şedit dönemlerinde zâlimlerin karşısına dikilerek, “Namlusunu millete çevirmiş tanka aslâ selâm durmam” diyen ve şubat karanlığına “gök bıçaklar” saplayan bozkurt meşrepli bir koç yiğitti.
O; süslü laflar etmek yerine, icraatlarını konuşturur, herkesin sustuğu yerde en gür ses hep ondan çıkardı. O, zor zamanların adamıydı. Bir toplantıda, 28 Şubat’ın kudretli generali Çevik Bir’in Rahmetli Başkan’a; “ Türkiye, İran olmayacak!” yazılı bir mesaj göndermesi üzerine; o, gelen kâğıdın altına; “Türkiye İran olmaz, Cezayir olmaz, ama Türkiye’nin Suriye yapılmasına da biz aslâ müsaade etmeyeceğiz!” diye okkalı bir cevap veren ve
“Baş eğmeyiz edâniye dünyayı dûn için,
Allah’adır tevekkülümüz, îtimâdımız.”
diyenlerdendi… Çünkü o, bu ülkenin kısıl/a/mayan sesi, bu milletin en sivil, en demokrat, en millî damarlarından birisi ve hiçbir zaman ne inancından ne milliyetinden ne haysiyetinden ne dik duruşundan ne de demokrasiden tâviz vermeyen yiğitlik ve kahramanlık şâhikasıydı… Çünkü o, millî hislerini kahramanlık şiirleriyle kıyâma durduran ve “Dâvâ Felsefesi”ni;
“Ben, milletim uğruna adamışım kendimi
Bir doğrunun îmanı, bin eğriyi düzeltir
Zulüm Azrâil ola hep Hakk’ı tutacağım,
Mukaddes dâvâlarda ölüm bile güzeldir…”
dizeleriyle bütün cihana duyuran inanç âbidesi tâvizsiz bir ideâlistti.
O; “İnanıyorsanız mutlakâ üstünsünüz” Âyet-i Kerimesine hakkıyla îman eden, “Her şeye rağmen Türk Milleti’nin sâhibi Allah’tır.” diyen ve Türk’ün cihangirliğine bütün kalbiyle îman edip milletimizin istikbâline dâir “fâtihâne” rüyâlar gören, gençliğin de aynı rüyâları görerek büyük ideâller peşinde koşması için durup dinlenmeden sa’y u gayret gösteren, siyâseti bir gâye olarak değil, milletine, ülkesine ve ülküsüne hizmet yolunda bir araç olarak kabul eden adam gibi bir adamdı.
O; resmî bir paragrafta nesne olmaktansa, sivil bir cümlede özne olmayı tercih eden, millî irâdeyi de hukukun üstünlüğünü de demokrasiyi de sonuna kadar savunan gerçek bir demokrattı.
O; ömrünü Türk’ün İslâm ülküsüne adayan, “gök kubbede bir hoş sadâ” değil, binlerce hoş sadâ bırakan, “Herkes ölür, ama her insan gerçek hayatı yaşayamaz.” sözünde bahsedilen, “gerçek hayatı” yaşayan, bütün ömrünü inandığı değerler uğruna adayan, hayatı boyunca hiçbir şâibesi olmayan ve tertemiz kalan, milletimiz tarafından kadr ü kıymeti ancak seng-i musallâda anlaşılan, irfan sâhibi bir gönül süvârisi ve çelik bilekli, cesur yürekli bir dâvâ adamıydı.
O; ahlâkı, samimiyeti, düşünce dünyası, aksiyoner ideâlizmi, fikrî ve fiilî mücâdelesi, vefâsı, dostluğu, sabrı, tevekkülü, tevâzuu, cesâreti, asâletiyle, … kalbimize taht kuran, kök boyalı bir Anadolu kilimi gibi gönlümüzdeki muhabbeti hiç solmayan, gençlik yıllarımızdan beri hep “Başkanımız” olan ve isminin mütemmiz cüzü hâline gelen “Başkan”lık sıfatı en çok ona yakışan MUHSİN YAZICIOĞLU’du…
O; “din ü devlet, mülk ü millet” diyen her insanın yârânıydı.
O; “Kevser akan, ‘Gül’ kokan” bir mefkûre gülistânıydı.
O; îmânı kadar millî öfkesi de zirvede olan bir asâlet fermânıydı.
O; “vicdanını kaybeden bir devrin tertemiz vicdânı”ydı.
O; “Şehitlerin eli öpülür!” diye hürmet edilen bir güzel insandı.
O; cümle “Yesi Güvercinleri”ne muhabbeti olan kâmil bir Müslümandı.
O; şiir gibi duygulu, mehter gibi coşkulu Ay Yıldızlı bir destandı.
O; “Bir Güzel Ülkü”ye hayâtını adayan Kürşadvârî bir kahramandı.
O; yirmi dokuz çekmeyen şubatlara göğüs geren yiğitlerin şehsuvârıydı.
O; “melâli” anlayan nesle “Eylül”ün değil, “Ocak”ın yâdigârıydı.
O; “Kızl Elma” rüyâları gören Ülkücü Hareket’in medâr-ı iftihârıydı.
O; Türk’ün İslâm dâvâsına inanmış alperenlerin gönül hamurkârıydı.
O; Oğuz Han neslinden “velî” bir Türk ve hâlis bir Türk milliyetçisiydi.
O; Türk milletinin, Türk Dünyası’nın ve İslâm ümmetinin yürek sesiydi.
O; C-5’teki işkencelere karşı direnç ve Mamak Zindanları’nın inanç âbidesiydi.
O; kimliğine bakmadan cümle mazlumlara sâhip çıkan mertlik ve yiğitlik efsânesiydi.
O; hiç bir zaman ve hiç bir şartta zâlimlere boyun eğmeyen bir cesâret ummânıydı.
O; ‘Onlar’ diye vasfettiğimiz ‘Mazlum ve mahzun bir neslin’ som altından şeref nişanıydı.
O; ülkücülüğün numûne-i imtisâli ve genç, yaşlı bütün ülkücülerin “Muhsin Başkanı”ydı...
Şehit Başkanımız rahmetli Muhsin Yazıcıoğlu’nun kabri nûr, mekânı Cennet, makâmı âlî ve rûhu şâd olsun… Cenâb-ı Allah, kandım diyene kadar rahmet eylesin. Yüce Rabbimiz; Bâkî Âlem’de onu Sevgili Peygamberimiz(s.a.v)’e, bizleri de ona komşu eylesin. Âmîn, âmîn, yâ Muîn!..
Ve bütün sözlerin nihâyeti, Kur’ân-ı Kerîm’in bidâyeti olduğu için, sözün bittiği yerde İlâhî Kelâm başlar:
“Eynemâ tekûnû yüdrikkumü’l mevtü velev küntüm fî bürûcin müşeyyedeh…”
“..İnnâ lillâhi ve innâ ileyhi râci’ûn.”
“Küllü nefsin zâigatü’l-mevti sümme ileynâ turce’ûn.”
Hüve’l-Bâkî El-Fâtiha!..