İlim, özgür insanların uğraş alanıdır. O alanda çalışmak, özgür yapıda olmayı gerektirir. Özgürlüğün olmadığı yerde yaratıcılık olmaz, yaratıcılığı olmadığı yerde de ilim ve bilim ya da keşif ve icat hiç olmaz. Bunların olmadığı yerde de insanoğlunun yaratılış felsefesine uygun bir yaşantı olmaz. “Âlemleri sizin için yarattım.” emrine uygun yaşantıyı ortaya koyamayız. Âlemlerde olup bitenleri merak etmeden, nelerin olduğunu keşfetmeden, insanlığın hizmetine sunmadan sadece hazır bulunanları kullanmak ve tüketmek insanlığın değil hayvani yaşamın gerekleridir. İnsan olduğumuzun bilincinde olarak her geçen gün eskilerin üstüne yenilerini koyarak yürümektir, insana yakışan.

Cahillikten kurtulmak için kim olduğunu bilmek, özgüven oluşturmak, çalışmak, çalışmak ve yine çalışmak; birlik beraberliği korumak için önce kendini bilmek, toplumsal yapıyı tanımak ve karşısındakini doğru anlamak; ilim yapmak için merak etmek, sorgulamak, araştırmak ve yılmaksızın çaba göstermektir. Bu da öz varlığının sesi olan dil ile olur.

Bir milleti millet yapan en önemli unsurlardan biri dildir. Türk Milletinin dili de Türkçedir ve üzüntü ve sevinç gibi her türlü duygularını dile getirdiği türkülerini Türkçe söyler, analar ağıtlarını Türkçe yakarlar. Ozanlar kopuzlarına Türkçe sözle eşlik eder, düşünürler düşüncelerini Türkçe olarak ortaya koyar ve yazarlar. Bu tarihin derinliklerinden günümüze böyle ulaşmış, sonsuza kadar da böyle devam edecektir.

Türk tarihi gözden geçirildiğinde, devletlerin kuruluş alt yapısı Türklük bilinciyle oluşmuştur. Gelişip çağının zirvesine ulaştıklarında görülecektir ki, rehavete kapılmışlar, milli şuurdan uzaklaşmışlar, çağının en büyük devletleri olmalarına rağmen yıkılıp gitmişlerdir. Hunlar ve öncesi dönemlerde Çin etkisi, Selçuklu döneminde Fars etkisi, Osmanlı döneminde Fars ve Arap etkisi kültür kaymasına ve milli şuurdan uzaklaşılmasına sebep olmuştur. Ne yazık ki günümüzde de İngilizce başta olmak üzere batı etkisi kendisini göstermektedir.

Örnekler ele alındığında üst yönetimde bulunanların halk dilinden uzaklaşması, yönetim ve tabi olanlar arasının açılmasına ve birbirlerini anlayamamalarına sebep olduğu için karşılıklı güven sarsılmış, birlik ve beraberliğe gölge düşmüştür. Oysa bahsi geçen devletlerin kuruluş ve yükseliş aşamalarında, kendi öz kültürlerine sahip olmaları sayesinde ilerleme ve başarılara imza atma şansını yakaladıkları anlaşılacaktır.

Türk dilini başka dillerle kıyaslayıp küçültmekle hiçbir yarar elde edilmeyeceği akıldan çıkarılmamalıdır. Akıldan çıkarılmaması gereken başka bir şey ise; kişinin, her şeyiyle öz benliği nispetinde var olduğudur.

Türk insanı için, milli şuur, milli kimlik ve kendi olarak yaşayabilmesi; öncelikle, dilini korumak ve tarihin süzgecinden geçen binlerce yıllık kültür değerlerinin geliştirerek korunmasıyla mümkündür. Başkalarını benzemek, başkalaşmaktır. Başkalaşmanın getirisi, yok olmaya doğru bir gidişin başlangıcıdır.

Özetleyecek olursak, cahillikten kurtulmak, birlik beraberliği korumak, bilim yapmak için başka dillerin hayalini kurmak beyhudedir. İnsan, en iyi kendi dilinde düşünür ve muhakeme yürütür, tefekkür eder. Bu doğuştan gelen bir meziyettir. Başka dilleri bilmek, bilimin evrenselliğinden yararlanabilmek ve günümüz bilgi ve teknoloji çağına ayak uydurabilmek açısından insan için artı bir değerdir.