Ramazan öncesi, dip köşe temizlenen evler, bayrama bir hafta kalana kadar idare ederdi. Ramazan öncesi, ramazan temizliği, bayram öncesi, bayram temizliği. Tabii ki günlük işler aynı şekilde devam. Sadece evi kökünden söküp, bahçeye taşıyıp, çırpıp yıkayıp eve tekrar taşımıyorsun. Silmek süpürmek yeterli oluyor.
Bu işlemi günlük yapmak zorundasın. Ev silinip süpürülmeden, görevlerin bitmeden, kesinlikle oturmak söz konusu olamaz! Öyle bir halı çırpma geleneği vardır ki Yozgatlı da, akıl sır ermez. Mahalleden en az sekiz kişi toplanır, her mahallede mutlaka bir dam başı vardır. Halısı çırpılacak olan komşu, gücü yeten en az on kişiyi toplar. Damın üstüne çıkılır, halının etrafına toplanıp uç kısmı kıvrılarak elde tutulması sağlandıktan sonra, hep birlikte kaldırıp indirerek halı en az 15 20 dakika çırpılır. Artık zavallı halının dermanı kalmamıştır …
….Şurası da bir gerçek ki, çilekeş annelerimiz o derme çatma evleri, öyle bir temizlerdi ki; iş bittikten sonra sinek girmesin diye kapıya asılan perde, rüzgârın esintisiyle bel kıvırdıkça evden gelen mis gibi temizlik kokusu, insanın ruhuna ferahlık ve huzur katardı. Bu arada annemin bütün kıyafetlerinde çamaşır suyu izi vardır.
Babamın, evin tabanına beton döktürüp düzelttirme imkanı olmadığından, üstelik nemden dolayı annem beni ara sıra mahalle bakkalına gönderir, bisküvi kolilerinden getirmemi isterdi. Bunları biriktirir ve muşambanın altına sererdi.
Evimizin taban muşambalarını Eski Üzüm Pazarı'ndaki Nevşehirliler'den (Coruklar) alırdık. Muşambanın iyisini her gün kullandığımız, misafir ağırladığımız salonumuza, daha ucuz olanı da diğer odalarımızda kullanırdık.
Annemin istediği karton kolileri getirmek için, Ülker çikolatalı gofret parasını mutlak koparırdım. Çocukken en çok sevdiğim Ülker çikolatalı gofret ve tüpte Çokokremdi. Babamın belki de cebindeki son parasıyla aldığı tüp Çokokremi annem buzdolabına saklar, günde bir kere bir tatlı kaşığı yiyebileceğimi söylerdi. Daha fazla alamıyorduk!
Çünkü annem, bütçeyi bir tık aşacak bir şey istese, babamın, ”ceplerim dırnak yarası aaasikli” diye espriyle karışık serzenişini duyardım.
Evimizde mobilyamız hiç olmadı. Yıllarca muşambanın üzerinde halı, genellikle de kilim olurdu. Her evde somyalar kullanılır, busomyalar gündüz koltuk, gece yatak görevi görürdü. Hele bir de bu somyaların üstüne , kalın motifli goblen kumaşlardan, gelin edasıyla salınan fırfırlı örtüler diktirilirdi. Aynı kumaştan yapılmış üç tane sırt yastığıyla beraber...
Şans bu ya sınıfımda zengin ailelerin çocukları vardı. Kimi Lise Caddesi'ndeki, kimi Sivas Caddesi'ndeki apartmanlarda oturuyorlardı.
Arkadaşlarımla okula gidip gelirken, okul yolunda buluşurduk, bazen evlerine uğramam gerektiği de olurdu. Dairenin kapısı açıldığında, sezdirmeden başımı içeri uzatır, salondaki büfelerini, koltuklarını izlerdim hayran hayran.
Bir keresinde mutfakta küçük bir televizyon bile görmüştüm. Ne böyle salonumuz, ne böyle mobilyamız, ne de öyle televizyonlu bir mutfağımız olmadı. Anlayacağınız, arkadaşlarım bize hiç uğramadı…!
Canım annem; bizim biraz büyüyüp aklımız erdiği zaman, üzüldüğümüz kanısına kapılıp,
“Enazından misafir odasına bir koltuk alalım, gelen misafirden utanıyorum, salona da bir yataklı kanepe (çek-yat) alırsak hem yatılır hem de kız kitaplık olarak kullanır”, diyerek uzun süren çabalarıyla babamı ikna etmişti.
O yılların Yozgat'ında hemen her evde bir parça eşya satın alınmış olan meşhur Kapalıçarşı'mızdaki, Erbazlar Mobilya'dan, misafir odamıza hesaplı bir koltuk takımı, salona bir kitaplıklı kanepe, bir takım da sehpa almıştık.
Üç oda, bir mutfaktan ibaret evimizin bir odasına koltuk takımı ve üçlü sehpa konuldu.
Günlük salonumuza da yataklı kitaplıklı kanepe kondu. Koltuk takımı ve sehpalarla, basmaya kıyamadığımız güvez renkli el dokuması halı, pencerelerinde her evin olmazsa olmazı krem üzerine mor çiçekli perdelerimiz, pencere önündeki vita tenekelerine dikilmiş pembe, mor, kırmızı sardunyalar, çiti kutularına dikilmiş Japon menekşeleri, bütün odayı saran bir sarmaşık bulunan, kapısını kapalı tuttuğumuz misafir odamızda ne biz, ne de bir misafirimiz oturmamış olması işin en hazin yanı...!
Kapının arkasında içine çeyizleri koyduğumuz, üzerine kaneviçe ile işlenmiş, yavruağzı renkli güllerle bezenmiş, ucu dantel oyalı, el emeği göz nuru örtü ile örtülü ceviz sandığımız.
Sandığın üzerine, birbirine milimetrik hizalanmış, üst üst üste dizdiğimiz rengarenk desen ve renklerde, elimize biraz para geçtiğinde hemen hemen her mahallede bulunan yorgan köpüyen teyzelere çeyizlik olarak köpüttüğümüz yün yorganlar yer alırdı.
Velhasıl Ramazan’da akşam üstüne doğru vakit geçirmek zor olurdu, fazla yapacak iş kalmazdı. Hemen hemen her gün ben, diğerleri her gün olmasa dagücü yeten, kendine güvenen mahalle sakinleri, ellerimizde su bidonları Çamlığın yolunu tutardık.