26 Ağustos Cuma sabahı gün ışırken, 200. 000 kişilik Bizans ordusuyla, 50.000 askerden oluşan Türk ordusu 7-8 km uzaklıkta birbirlerini gördü. Bulundukları yer Van Gölü’nün 45 km. kadar kuzeyi Murat Suyu yakınlarında ve deniz seviyesinden 1.500 metre yükseklikte idi. Yanı başlarında Malazgirt Kalesi yükseliyordu. Sultan Alp-Arslan vuruşma gününü Cuma’ya tevafuk ettirerek, bu kutlu günde askerlerinin mâneviyatının daha da yüksek olacağını hesaplamıştı…
Beyaz harmanisini giyen Sultan Alp-Arslan, askerleriyle birlikte Cuma namazını kıldıktan sonra, bu mânevî havanın atmosferinde 50.000 kişilik ordusunun karşısına geçti. Atından inerek secdeye kapandı ve “Yâ Rabbî ! Seni kendime vekil yapıyor, azâmetin karşısında yüzümü yere sürüyor ve Senin uğrunda cihad ediyorum. Yâ Rabbî! Niyetim hâlistir, bana yardım et; sözlerimde hilaf varsa beni kahret!” diyerek başını secdeden kaldırdı. Sonra askerlerine dönerek; “Burada Allâhu Teâlâ’dan başka sultan yoktur, emir ve kader O’nun elindedir. Bu sebeple benimle birlikte cihad etmekte veya benden ayrılmakta serbestsiniz. Kumandanlarım, askerlerim! Biz ne kadar az olursak olalım, onlar ne kadar çok olurlarsa olsunlar daha fazla bekleyemeyiz. Bütün Müslümanların bizim için duâ ettikleri şu saatte, kendimi düşman üzerine atmak istiyorum. Ya muzaffer olur gâyeme ulaşırım, ya da şehit olur Cennet’e giderim. Beni tâkip etmek isteyenler arkamdan gelsin. Takip etmek istemeyenler diledikleri yere gitsinler. Peşimden gelen ve nefislerini Allah’a adayanlardan şehit olanlar Cennet’e, sağ kalanlar ise ganimete kavuşacaklardır. Ayrılanları ahirette ateş, dünyada ise zillet beklemektedir!” dedi... (Nevzat Kösoğlu, Türk Dünyası Tarihi ve Türk Medeniyeti Üzerine Düşünceler, 59)
Bu sözler orduyu coşturdu. Heyecanlanan yürekler gidip geliyordu; bir ucu mezara dayanan dünya ile sonsuzluğun kendisi olan ukbâ arasında... Askerler hep bir ağızdan “Ey Yüce Sultan! Asla emrinden ayrılmayacağız, Seninle beraberiz. Yürü dediğin yerde yürür, öl dediğin yerde ölürüz!” mukâbelesinde bulundular. Sultan Alp-Arslan atına binerek; “Ey askerlerim! Eğer şehit olursam giydiğim bu beyaz elbise kefenim olsun. O zaman ruhum göklere çıkacaktır... Benden sonra Melikşah’ı tahta çıkarınız ve O’na bağlı kalınız. Zaferi kazanırsak istikbal bizimdir!” (Mehmet Doğan, Kur'ân Gölgesinde ve Tarih Önünde Türk, 101) diyerek bindiği beyaz atın kolanını sıktı, kuyruğunu Türk töresince kendi eliyle bağladı. Alp-Arslan muharebeye bir hükümdar olarak değil alâlâde bir muharip olarak katılacağını göstermek için yayını ve sadağını çıkardı, yakın vuruşma silahları olan kılıç ve güzünü kuşandı. Askerlerimizin dilinden büyük bir aşkla tekbirler, salavâtlar yükselirken, din âlimlerimiz de Türk saflarını dolaşarak âyetler okuyor ve duâlar ediyordu…
Savaş başlamadan hemen önce Bizans ordusunda paralı asker olarak bulunan, Avrupa’nın İslâm diniyle daha müşerref olmamış olan Türk kavimlerinden Peçenekler ve Uzlar, Bizans ordusundan ayrılarak Selçukluların safına geçti. Böylece Selçuklular, Bizans ordusunun durumu hakkında önemli bilgiler edindi. Bu durum Bizanslıların mâneviyatını sarsarken, Türklerin moralini daha da yükseltti. (Yılmaz Öztuna, Büyük Türkiye Tarihi, l, 417-419)
Öğleden iki saat sonra başlayan muharebede Sultan Alp-Arslan Türk ordusunu hilâl şeklinde yaydı. Ordusunu dört kısma ayırdı. İkisini savaş alanının iki yanındaki tepelere, üçüncü kısmı savaş hattının gerisine yerleştirdi. Dördüncü kısmın başına da kendisi geçti...
Semâdan gönüllere düşüp, gönüllerden göğe yükselen “Allah Allah!” sadâsıyla Türk askerleri hücuma geçti. Niyâzi Yıldırım Gençosmanoğlu'nun:
“Önde yalın kılıç Türkmen başbuğu,
Ardında Oğuz’un elli bin tuğu,
Andırır Altay’dan kopan bir çığı,
Budur Peygamberin övdüğü Türkler;
Ya Allah... Bismillah... Allâhu Ekber...”
diye dizelerle resmettiği müthiş bir savaş yaşanıyordu...
Malazgirt Meydan Muharebesi’nde Alp-Arslan, Türk savaş sistemini bütünüyle tatbik etti. İlk hücumu Türk atlıları yaptı. Taarruz eden kuvvetlerin azlığına kanan Romen Diyojen de karşı saldırıya geçti. Türk’ler, “Bozkır Çevirme Taktiğini” uyguladı. Kaçar görünüp, yavaş yavaş geri çekilerek hilâl şeklinde yayıldı. Böylece Bizans ordusu merkezden uzaklaştırıldı. Ve Diyojen’in ordusu Türk askerleri tarafından çember içine alındı. Allah'ın (c.c.) yüce ismiyle Malazgirt Ovası’nı inleten Türkmen ordusu, Bizans askerlerini çembere aldıktan sonra kılıçtan geçirdi. Akşam olmadan 200.000 kişilik Bizans ordusu perişan edildi. (Yılmaz Öztuna, Büyük Türkiye Tarihi, l, 419)
Bir gün önce gururdan yanına yaklaşılmayan Romen Diyojen yaralı hâlde esir düştü ve muazzam ordusundan eser kalmadı. Ve Diyâr-ı Rum’un kapıları bir daha kapanmamak üzere Müslüman Türk milletine açıldı. Bu durum, destan şairimiz Niyâzi Yıldırım Gençosmanoğlu’nun “Malazgirt Marşı”nda;
“Yiğitler kan döker bayrak solmaya,
Anadolu başlar vatan olmaya...
Kızılelma’ya hey Kızılelma’ya!
En güzel marşını vurmada mehter;
Ya Allah... Bismillah... Allâhu Ekber…”
dizeleriyle tasvir ediliyordu… (N. Yıldırım Gençosmanoğlu, Malazgirt Destanı, 93-94)
Ve Sultan Alp-Arslan; cesareti ve inancı olmayan, milletini ve askerini millî ülkülerle mücehhez kılmayan, askerî dehâ ile şartları ordusunun lehine çeviremeyen, düşmanla muharebenin zaman ve zeminini kendi belirleyemeyen bir komutanın büyük zaferler kazanamayacağını tarih önünde bir kere daha ispatlıyordu.
Malazgirt Zaferi’nden sonra Sultan Alp-Arslan, esir olarak huzuruna getirilen Romen Diyojen’e çok nazik davrandı. Alp-Arslan, karşısında diz çöken Diyojen’i; İslam Savaş Hukuku’nun verdiği yetki ve Türk töresindeki “Bir kavmin büyüğü zelil olduğu zaman ona merhamet ediniz” hükmü gereğince bir muahede imzalattıktan sonra serbest bıraktı...
(Devam edecek)