Muzaffer ordusu ile Türk-İslâm birliğini gerçekleştirmek, ayrıca İran ve başka ülkelerde mevcut olan sapık fırkalardan Bâtınî ve Râfızî akımlarını yok etmek amacıyla Türkistan Seferi’ne çıkan Sultan Alp-Arslan birçok şehri aldı, kaleyi fethetti. Bu sefer sırasında Barzam kalesi kumandanı olan ve Bâtınî fırkasına mensup bulunan Yusuf Harizmî, Sultan Alp-Arslan’ın askerlerine önce direndi, sonra teslim oldu. 21 Ekim 1072 tarihinde huzura çıkarılan Yusuf Harizmî, Sultanı temenna ederken âni bir hareketle Alpaslan’ı zehirli hançerle yaraladı.  Suikasta uğradığının dördüncü günü kendine geldiğinde Sultan Alp-Arslan şunları söyledi: “Her ne zaman düşman üzerine azmetsem Allâhu Teâla’ya sığınır, O’ndan yardım isterdim. Türkistan Seferi’nde bir tepe üzerine çıktığım vakit, ordumun görkeminden, askerlerin çokluğundan altımdaki yerin titrediğini hissettim ve kendi kendime ‘Ben dünyanın hükümdarıyım, bana kim gâlip gelebilir?’ diye bir düşünceye kapıldım. İşte bu gurur yüzünden şimdi âciz bir duruma düştüm; bunun neticesi olarak Allah beni cezalandırdı. Kalbimden geçen bu düşünceden ve daha önce işlemiş olduğum hata ve kusurlardan dolayı Cenâb-ı Hakk’tan af diliyor, tövbe ediyorum!” (Prof. Dr. Osman Turan,  Selçuklu Tarihi ve Türk-İslâm Medeniyeti, 193) dedikten hemen sonra, 25 Ekim 1072 yılında Âlem-i Cemâl’e vuslat için Hakk’a yürüdü ve Tahran yakınlarındaki Merv şehrine defnedildi.

* * *

Sultan Alp-Arslan;  “Ebû Şücâ” (Yiğitlerin Babası), “Adudü’d-devle” (Devletin Koruyucusu), “Ebü’l Feth” (Fetihlerin Babası), adaletiyle nam saldığı için de “Es-sultânü’l-âdil” (Adaletli Sultan) olarak anılmıştır.  (TDV İslâm Ansiklopedisi, ll, 529) Fethettiği her yere câmi yaptırması,  iyiliği, merhameti ve düşkünlere yardımıyla meşhurdur. Sultan Alpaslan, amcası Tuğrul Bey’den teslim aldığı Selçuklu Devleti’nin kudretini ve topraklarını kat kat artırmıştır. “Türk Cihan Hâkimiyeti Mefkûresi”ne bağlı olan Sultan Alp-Arslan’a devrin müellifleri “Cihan Sultanı” adını vermişlerdir. Pakistanlı âlim Mevdûdî  “Selçuklular Tarihi” adlı eserinde Alp-Arslan’ı anlatırken; “O'nun pek çok ismi vardır... Fakat en meşhur ismi Alp-Arslan’dır... Bu kelime Türkçe olarak sultanın şahsî vasıflarına pek uygun bir sıfattır.” demektedir. (Mehmet Doğan, Kur'ân Gölgesinde ve Tarih Önünde Türk, 106)

* * *

Sultan Alpaslan’ın açtığı kapıdan gümrah ırmaklar misali Oğuz boyları akıp durdu Anadolu’ya... Yeni bir uyanışın ve kutlu bir dirilişin muştusuna kavuşuyordu insanlar... “Hayya ale’l felah” nidâlarını işitiyorlardı Horasan Erenlerinden... İlim, îman ve aşkın beslediği irfan, sevgi ve müsâmaha iklimine susamıştı zaman... Zulmü ve zâlimi tarûmar eden, İlâhî adâleti her gittiği yere hâkim kılan Türk milletini bekliyordu Anadolu yaylasındaki her mekân... Derviş-gâziler hürmetine, rahmet bulutlarıyla bezendi asûman...   

Yıllar yılı şehit kanlarıyla sulanan bu topraklar “Anayurt” olmaya hazırlandı… Ve şehit kanlarıyla ödendi Anadolu’nun bedeli... “Ebedi Türk Vatanı” olacak diye kayıt düşüldü tarihe 26 Ağustos 1071’de... İlk defa müşerref oldu Anadolu yaylası bir medeniyet hamlesinin Alperenleriyle... Horasan Erenleri’nin fethettiği yürekler, Hakk’ın sevdâsıyla Müslüman olurken; Alperenler de yüreklerinde yeşeren devlete kanlarıyla can verdiler... Gönül sultanlarının eliyle açıldı gün doğusundan gün batısına yayılan ışığın penceresi... Bu pencereden görülen “Kızılelma” için, Türk milleti nice muhteşem destanlar yazdı; Î’lâ-yı Kelîmetullah için besmele çekip çıktığı akınlarda, seriyyelerde, seferlerde...

Malazgirt Zaferi’nden sonra Anadolu; kara kıl çadırlarla, ak otağlarla doldu ve Diyâr-ı Rum’daki kentler artık Türkmen şehirlerine dönüşmeye başladı. Gök mavisinin yedi rengi çinilere işlenerek hayat buldu. Medreselerin taşlarında, câmilerin mihrabında kuyumcu titizliğiyle işlenen desenler sanat harikaları ortaya çıkardı, Yüce Rabbimizin  “Sâni-i Hakîm” esmâsının ilhâmıyla... Gönüller, Hakk dostlarının kerâmeti, mürşitlerin irşâdı ve bilgelerin ilmiyle aydınlandı. Nefsle olan mücâhede, vicdanla olan muhâsebe, şeytanla olan muhârebe; düşmanla olan mücâdelenin önüne geçtiği için kalıcı fetihlere imzâ atıldı...

Hatm-i Kelâm:

Malazgirt Meydan Muharebesi; dinî, millî, siyâsî ve askerî neticeleri itibâriyle Türk-İslâm tarihinin en büyük zaferlerinden birisidir. Bütün târihçiler Malazgirt Zaferi’nin dünya tarihinin dönüm noktalarından birisi olduğu konusunda birleşmektedir. Bu zafer, Anadolu’nun fethini sağlamış, ayrıca İstanbul’un fethine zemin hazırlamıştır. Netice olarak şunu söylemeliyiz ki; her zerresi şehit kanlarıyla sulanmış olan bu mübarek topraklar, büyük mücâdeleler verilip, ağır bedeller ödenerek bizlere “Ebedî vatan” olmuştur. Vatanın emlâk olmadığı, bedelinin akçe değil, kan ve can olduğu aslâ unutulmamalı ve unutturulmamalıdır…  Ve şu da mutlaka hatırlanmalıdır ki; bundan 953 yıl önce Türk milletine Anadolu’nun kapılarını bir daha kapanmamak üzere açan Sultan Alp-Arslan’ı; “Ebû Şücâ”, “Adudü’d-devle”, “Ebü’l-Feth”,  “Es-sultânü’l-âdil” yapan değerler manzûmesini ihyâ ettiğimiz takdirde; hem yeni bir diriliş hamlesi gerçekleştiririz hem millî birliğimizi pekiştiririz hem ecdâdımızın ruhunu şâd ederiz hem de onlara lâyık nesillerin yetişmesini sağlayabiliriz... 

Yılmaz Öztuna’nın ifâdesiyle “Türklerin tarih boyunca kazandıkları meydan muharebelerinden hiç biri, istikbâlleri için bu derece tesirli olmamıştır. Türk tarihinde Malazgirt’ten önemli tek olay varsa, o da İstanbul’un Fethi’dir. Dandânakan’da kazanılan zaferi, Malazgirt tamamlamış, İstanbul taçlandırmıştır.” 

Malazgirt Zaferi’nin hatıralarını yaşatarak, onu nesillerin hafızalarında canlı tutmak; o muhteşem devirlerin devamını temin edecek idrâk, irâde ve îmânı yeniden kazandıracaktır. Rahmetli Gâlip Erdem’in o veciz ifâdesiyle: “Tarihimizi süsleyen zaferlerimizin hâtırası, yeni zaferlere götürecek bir irâdenin de kaynağı olacaktır.”

Yazımızın hitâmını da Nâmık Kemâl'in vatan, millet ve devlet sevgisini çok veciz bir biçimde ifâde ettiği "Vatan Makâlesi"nin şu muhteşem cümleleriyle yapalım: "Biz oturduğumuz yerin her taşı için bir cevher-i can verdik. Her avuç toprak; nazarımızda, o yola fedâ olmuş bir kahramanın vücudundan yâdigârdır. Vatan bizim kılıcımızın ekmeğidir. Dâimâ kendimize mahsus, kendimize hasredilmiş biliriz. Dâimâ onu nefsimizden ziyâde sever, nefsimizi uğruna fedâ ederiz."

Ve sözün bittiği yerde İlâhî Kelâm başlar:

Anadolu'yu bizlere ebedî vatan kılan mübârek ecdâdımızın ve azîz şehitlerimizin ervâhı için

El Fâtiha...