Hayatınızda sadece bir günü aykırı yapabilir misiniz?

"Hadi be! bu gün felekten bir gün çalalım" sözü aykırı yaşam isteğini en iyi anlatan ifade olsa gerek. Peki, bu mümkün mü?
Aslında soruyu şöyle de sorabiliriz. Güneşin hep aynı yerden doğduğu, aynı yerden battığı bir Dünya'da "aykırı bir yaşam" mümkün mü?

Önce normal yaşam ne? Kime göre ve ne ölçüde "yaşanırsa" yaşam normal olur? Fil vaki, Bunun "sana göresi" ve "bana göresi" de var. Dışarıdan yorumlanan hayat biçimlerini de düşündüğümüzde "normal yaşamı" tanımlamak ve ayıklamak oldukça zor gözükmektedir. Ayrıca her gün yeni isimlerle kendilerini tanımlayan insan guruplarını görüyoruz. Bunlar yeni yaşam biçimleri üretmektedirler. Örneğin; son zamanda "tiki kızlar" adıyla ünlenen bir kısım bayanlar görülmeye başlamıştır. Kıyafeti, konuşması, pantolonu, çizmesi, çanta takış biçimi ile farklı olduklarını ortaya koymaya çalışıyorlar.

Aykırı yaşam denince bir de, toplumların "sapkınlık" olarak değerlendirdiği yaşam biçimleri karşımıza çıkmaktadır. Acaba bu yaşam biçimleri gerçekten sapkınlık mı, yoksa aykırı yaşam olarak değerlendirilebilir mi? Sapkınlık olarak algılanan bazı yaşam biçimlerinin doğuştan gelen farklılıkların tabii sonucu olduğu iddiaları dillendirilmektedir. Bu konuda derinlemesine bir bilgiye sahip değilim. Sadece değinmekle yetiniyorum.

Birbirine benzeyen ve birbirinin tekrarı olan yaşam biçimleri normal olarak değerlendirilmektedir. Bir toplum içinde inanç, gelenek ve görenekler ölçü alınarak "yaşamın normalleri" kabul görmektedir. Tamam ama toplumdan topluma değişen inanç, gelenek ve görenekler olduğuna göre hangi toplum diğerine göre daha "normal yaşam" sürdürmektedir? Örneğin bir toplumun at eti, diğer bir toplumun it eti, bir başka toplumun domuz eti yemesi, diğer toplumların bunlardan hiç birini yememesi, bir toplum bir eylemi "normal kategorisinde" değerlendirip suç saymazken, aynı eyleme diğer bazı toplumlar ölüm cezası verebilmektedir. Toplumdan topluma büyük farklılıklar arz eden yaşam biçimlerinin hangisi normal?

Biz bu sorunu yerel boyutta değerlendirmeye çalışalım. Yani ülkemiz boyutunda ele aldığımızda da bazı temel hususlara değinmekte yarar olacağını düşünüyorum. Evvelen belirtmek gerekir ki; bir toplumun gelenek, görenek ve yaşam biçimlerinde bir kısım "Sabite"lerinin olması elzemdir. Örneğin; bir binanın taşıyıcı kolonlarının olması, bir duvar ustasının köşeleri sabitleyerek, köşeden köşeye ip çekerek araya duvar örmesi gibi... Toplumlarında tıpkı taşıyıcı kolon görevi yapan "Sabite" lerinin olması gerekir. Nitekim Dünya'nın da sabiteleri var ve bu sabiteler değişmezlik arz eder. Dağların duruşu, gecenin ve gündüzün değişmez kurallara bağlanması, Dünya'nın aynı yörüngede dönmesi, ay ve güneşin ayna zamanda, aynı yerden doğması.... Hepsi önceden planlanmış bir sabite olup, hiç biri itiraz etmeden görevlerini yerine getirmektedirler. Bu bize Allah'ın bir lütfudur.

İşte Dünya'daki yaşam biçimimize doğrudan tesiri olan sabitelerin varlığı yanında bir kısım manevi sabitelerimizde var ve olmalıdır. Örneğin; doğru, yanlış, ahlaklı olmak, sevmek, haram yememek, hırsızlık yapmamak, adam öldürmemek,.... vs. kurallar toplumların temel değerleri ve değişmez sabiteleridir.

Ancak bu sabitelerin kim tarafından konulması gerektiği önem arz etmektedir. Bu konuda iki görüş vardır. Birincisi, bu sabiteleri Allah koyar ve asla değişmezler. Bunlar her devirde ve her zaman geçerli kurallardır. Diğer bir görüş ise beşeridir. Yani sabiteleri insanlar aklı ile bulmalı ve kuralları insanlar iradeleri ile tespit etmelidir. Sabiteler yer ve zamana göre değişken olmalıdır. Kanaatimce, sabiteler yer ve zamana göre değişirse "sabite" olmaz. Beşeri sabiteler cahiliye arpalarının helvadan putları gibi olur ve acıkıldığında yenilirse, çifte standart ve kuralsızlık baş gösterir. Tıpkı modern dünyanın kendisinin ürettiği demokrasiyi ve insan haklarını canı istediği zaman işine geldiği gibi kabul etmesi, helvadan put gibi yemesi gibi.

Böylesine katı ve sert kurallarla çepe çevre kuşatıldığımız bir dünya'da "bir gün nasıl aykırı yaşanabilir? Üstüne üstlük tüm "algıların" açık olduğu bir zaman diliminde. Aykırı yaşamak kurallara başkaldırmaktır. Aykırı yaşamak farklı olmak, özgün ve özgür düşünmektir. Aykırı yaşamak sıradan hayata muhalif olmaktan geçer. Aykırı yaşamak büyük cesaret işidir. Aykırı yaşamak elalemin ne diyeceğini umursamayan bir tavır sergilemektir. Aykırı yaşamak belki de günah işleyip tevbe edebilmektir. Kısacası aykırı yaşamak kalıpları kırabilmektedir.

Tıraşımızın dahi nasıl olacağını toplum kurallarına göre belirlediğimiz yaşam algısında "hayatımızda bir gün de olsa aykırı yaşamanın" pek kolay bir tercih olacağına doğrusu inanmıyorum. Ana baba, eş, evlat, iş ve aş kaygısı, konu komşu, sosyal çevre,... Bu kadar "pranganın" olduğu bir dünya'da aykırı yaşamak mümkün olamaz. İnsanlar bir birini taklit ederek yaşıyor. Sanki "üzüm üzüme bakarak kararıyor." Hani demişler ya "tencere dibin kara, seninki benden kara". Aslında yok bir birimizden farklı bir hayatımız. Aykırı bir hayat maalesef olamıyor.

Aykırı yaşam, aykırı ve farklı düşüncenin bir ürünü olup, gelişmenin aykırı ve farklı düşüncelerden zuhur edeceğine inanıyorum. Zira Galilei Dünya'nın dönüşünü aykırı düşüncesi sayesinde keşfetmiş ve bedelini de canıyla ödemiştir.

Ama ne olursa olsun tekamül için aykırı, farklı ve muhalif düşünmek gereklidir. Aykırı düşünen insanlara fırsatların sonuna kadar verilmesinin ve onları çok iyi dinlemenin gerekli olduğuna inanıyorum.