Ermenistan’ın Karabağ’ı işgali meselesinde bundan yıllar önce Ali Kırca’nın programında kendisini tanıdım. Diyordu ki; “Bizim dinimiz öldürmeyi emretseydi, emin olun sizi o coğrafyadan silerdik.” Kimeydi bu lafı Karabağ işgalini savunan Ermeni bir milletvekilineydi. Gerçekten de öyle değil mi? Bizim dinimiz barış ve selamet dinidir, bizim dinimiz emin ve güvende olma dinidir ve bizim dinimiz mazlumun yanında dimdik dururken bile sana dokunmayana dokunma diyen kutlu bir dindir. Paşayeva, bunu harikulade özümsemiş, milliyetçi coşkusunu İslam ile bezemiş, neyi nerde ve ne zaman söyleyeceğini çok iyi bilen yiğit bir Türk’tü. Allah gani gani rahmet eylesin, Azerbaycanlı kardeşlerimizin duasıyla Allah ahiretini versin.

Hep dedik ya Türk olmak zordur diye, gerçekten de öyledir Türk olmak. Kendinden vazgeçip mazlumun hakkını savunmaktır Türklük, sesini duyururken bile ses tonunu ayarlayabilmektir Türklük, tehdit etmemek vakti geldiğinde gereğini yapmaktır Türklük, vatan ve bayrak için mal mülk neki canını bile esirgememektir Türklük. Bunları anlayan Paşayeva’nın kaybının ne anlama geldiğini anlayabilir. Derdi neydi acaba bu gencecik kadının ki Bakü Tıp Fakültesini bitirmiş bir doktor, Uluslararası Hukuk mezunu bir hukukçu iken böyle bir dertle milletvekili olup dünyaya Azerbaycan Türkü’nün ve dahi mazlum Türk Halklarının sesini duyurmaya uğraştı. Dert, Türk ve Müslüman olmaktı. Bütün dünya sana sırtını dönse de sen Allah’la barışıksan korkmana gerek yok misyonuydu yani Rıza-i İlahi ve İlay-ı Kelimetullah’tı dert.

Çok üzgünüm, her giden bir parçamızı da alıp gidiyor. Asıl önemli olan gidenin tavrına bürünebilmek. Paşayeva birebir tanıdığım bir hanımefendi değildi ama korkusuz cümlelerini, yiğit duruşunu alıp gitti. Umarım hak eden birine bu mirası bırakmıştır.

Türk Dünyası’nın başı sağolsun…