Her eylül geldiğinde, hazandaki hüzün iklimi gönülleri doldururken; bizlere "Eylülden değil, Ocak'tan yâdiğâr olan" ve 80 öncesinin çok zor şartlarında, Çanakkale'deki Âsım'ın Nesli'nin torunları olarak mecbur kaldıkları çok çetin bir mücâdeleyi kanlarıyla yazıp, canlarıyla mühürleyerek son bağımsız Türk Devleti olan aziz Türkiyemizin, o günkü Afganistan misâli bir Sovyet peyki olmasını ve kızıl işgâle uğramasını önleyen yiğit insanlar; Kıble yürekli, "Gül" gönüllü, Hilâl bakışlı, Bozkurt duruşlu ve Tûran düşünceli Ülkücüler düşer dil-i nâşadımıza...
Eylül denince bizim neslin aklına hep "12 EYLÜL" gelir. 12 Eylül denince de "ALLAH, VATAN, BAYRAK, MİLLET VE DEVLET" için alın, zihin ve gönül teri dökerken baharlarına kan damlayan ideâlist yiğitler ve "Î'lâ-yı Kelîmetullah için Nizâm-ı Âlem Ülküsü" uğruna mücâdele verirken Medrese-i Yusûfiye'de çile çekip urganlı şafaklardan nurlu
basamaklara yürüyen o "Dokuz Şehit" düşer yâdımıza...
Ve bir de "melâlimiz anlayan" o mübârek neslin dâvâ arkadaşları olan Eylül'ün Kırdığı Güller / Ülkücü Alperenler gelir hatırımıza...
"ONLAR" kutlu mücâdelelerinin devlet olma mürüvvetini göremeseler de birileri onların 12 Eylül öncesinde verdiği vatan müdafaasını idrak edemeseler de etmek istemeseler de tarihçiler, bu ülkücü alperenlerin ne kadar önemli bir görev îfâ ettiğini bir gün mutlaka altın harflerle tarih kitaplarına kaydedeceklerdir...
Dün olduğu gibi günümüzde de birilerinin zekâ ve izan zaafiyeti sebebiyle anlamak istemediği ve "kardeş kavgası" diye yaftalamak istediği bu mukaddes cihad, bugün Güneydoğuda bölücü teröre karşı Özel Harekât Polislerimizin, askerlerimizin ve korucularımızın verdiği vatan ve millet müdafaasının öz kardeşinden başka bir şey değildir... Nasıl bugün AB/D ve yandaşları tarafından organize edilen PKK ve türevlerine karşı verilen mücadele kardeş kavgası değilse, bu vatanı karşılıksız seven ülkücülerin 80 öncesi" "Ne Amerika, ne Rusya, ne Çin; Her şey Türklük için" diye bağımsızĺık mücâdelesi vermesi ve "Kanımız aksa da zafer İslâm'ın" şiârıyla cihad yapması da bir kardeş kavgası değil mukaddes bir vatan mudafaasıdır ve ikinci bir kuvâ-i milliye hareketidir.
Kadim ülkücüler; "Dîn ü devlet, mülk ü millet" için üniversitelerde, fabrikalarda , şehirlerde, köylerde ve bilcümle vatan sathında canı ve istlkbâli pahasına mücâdele edip, vatan çiçeğini kanlarıyla sulamışlar ve bugün o geçmişi anlamayanlar da dâhil, top yekûn bir milletin bağımsızlığını binlerce şehit, onbinlerce gâzî vererek korumuşlardır.
Türk-İslâm kültürünün mayalandığı fakir ailelerin helâl süt emmiş evlatları olarak dünyaya gelen; elbiseleri ve ayakkabıları eski, cüzdanları boş, yaşları genç ama gönülleri tok, alınları ak, başları dik, sevdâları Hakk, îmanları kavî, hayâlleri büyük, ülküleri mukaddes olan çatal yürekli bu yiğit Türk çocukları hakkında;
70'lı yılların her türlü sıkıntısını İzmir'de yaşayan ve bugünkü hâl-i pür melâlden cümle kadim ülkücüler gibi mutazarrır olan fakirin yıllar önce kaleme aldığı ve belki de bir çoğunuzun okuduğu "EYLÜL'ÜN KIRDIĞI GÜLLER" başlıklı bir denememi eskilerin tâbiriyle; "Et tekrârü ahsen, velev kâne yüz seksen" fehvâsınca bir kere daha yolluyorum. Muhayyel değil, yaşanmış kadim ülkücülüğü ve "Fâtiha'yı çok iyi bilip", ölümün riyâsı olmadığı için şehâdeti hayatlarıyla tefsir eden ülkücüleri bir kere daha târif etme gerekliliği açısından yeniden yolluyorum. Ayrıca şehitlerimize ve Âhiret Yurdu'na yolcu ettiğimiz gönül dostlarımıza Fâtihâlar gönderilmesine, dünden bugüne bir durum muhâsebesi yaptırmasına ve "TÜRK-İSLÂM ÜLKÜSÜ" çerçevesinde birlik ve beraberliğe vesîle olması temmennîsi ve en kalbî muhabbetlerimle birlikte arz ediyorum.