3 Mayıs 1944; millî şuurun ve ideâlizmin şâhikalaştığı, millî kültürümüze ve Türk kimliğine sâhip çıkmak için Ülkü Devlerinin mücâdele bayrağını yükselttiği çok önemli bir gün ve Türk milliyetçilerinin her türlü baskı ve dayatmaya rağmen kıyâma durduğu şanlı bir tarihtir.
3 Mayıs 1944; millî değerlerin yıkılmak istendiği, Türk Dünyası’yla alâkalı görüş bildirmenin suç sayıldığı, Türk isminin Marksist bir bataklıkta çürütülmeğe çalışıldığı bir dönemde “dâhili ve hârici bedhâhların” tezgâhladığı oyunlara karşı; millî bir refleks olan Türk milliyetçiliğinin ivme kazanarak, öze dönüş hareketinin ve Turan ülküsünün yeniden hayâtiyet kazandığı çok önemli bir gündür.
3 Mayıs 1944; tek parti zihniyetinin karanlık devri olan Şeflik Dönemi’nde uygulanan dikta rejimine, komünist faaliyetlere, devrin “gaflet, dalâlet ve hatta hıyânet” içindeki idârecilerine karşı; bir avuç insan tarafından gerçekleştirilen bir ideâlist direniş ve bir millî kıyâmın ete kemiğe bürünerek;
“Ben ezelden beridir hür yaşadım, hür yaşarım,
Hangi çılgın bana zincir vuracakmış?Şaşarım!
Kükremiş sel gibiyim; bendimi çiğner, aşarım;
Yırtarım dağları, enginlere sığmam, taşarım.” dizelerinin bir şahsiyetli duruş olarak yeniden ortaya konulduğu övünç dolu bir tarihtir.
3 Mayıs; vatansever Türk aydınlarına ve milliyetçi Türk gençliğine karşı zindanların, tabutlukların revâ görüldüğü, bu baskı ve yıldırma metotlarına mukâbil diriliş ve şahlanış muştularının gönülden gönüle yayılarak volkanlaştığı gündür.
3 Mayıs 1944; Şeflik diktatörlüğü ile ekonomik yoksulluk arasına sıkışmış bir milletin millî ve mânevî değer yargılarını hiçe sayan jakoben anlayışa ve oligarşik yapıya ideolojik bir kimlikle karşı çıkan Türk milliyetçilerinin destanlaşan mücâdelesinin bayraklaştığı tarihtir.
3 Mayıs; sisteme karşı sivil bir inisiyatif ortaya koyan ideâlistlerin; inançları uğruna her türlü çileyi göze alarak Türk milliyetçiliğini bir aksiyon hâline getirdiği, millî şuuru ve ideâlizmi şâhikalaştırdığı gündür.
* * *
3 Mayıs 1944’ün tarihî arka planını ve tezâhür şartlarını daha iyi anlamamız için Millî (!?) Şef Dönemi’nin kısa bir değerlendirmesini yapmamız gerekir:
Şeflik idâresinin tek parti yönetimi, vârit olan batıcı-pozitivist eksendeki medeniyet değiştirme projesine ivme kazandırmak; inanç değerlerimizi ve millî rûhumuzu ortadan kaldırmak için; kozmopolit, materyalist ve ateist istikamette gelişen bir siyâset tatbik ediyordu. Bu dönemde; inancın yerine inançsızlık, millî kültürün yerine beynelmilelcilik, milliyetçiliğin yerine “hümanizm” (!) ikâme edilmeye çalışılıyordu.
Batıcı-ateist-Kemalist takımının yönlendirmeleriyle; hayat gâyemiz olan İslâm, hayatın dışına çıkarıldığı gibi, vicdanlardan bile sökülmek isteniyordu. Tarihi köklerimiz artık eski Ege Medeniyetinde, İyonyalılarda, Frigyalılarda, Lidyalılarda... vs de arayan bir zihniyet hükümran olmuştu. Bu dönemde “Türk milliyetçiliği” resmî cenahlar tarafından mahzurlu telâkki edilmiş, bunu savunan Türk aydınları “Irkçı-Turancı” sıfatıyla suçlanmış, her millî hareket ezilmek istenmişti. Dış siyâsetteki bağımsızlık anlayışı dumura uğramış, esir Türklerle alâkalı şahsiyetsiz politikalar uygulanmış, devlet kademelerindeki Marksist kadrolaşmalar had safhaya varmış, mecbûri kültür değişimini gerçekleştirmek için tepeden inmeci ve şekilledirmeci baskılar zirveye çıkmıştı.
Kendimizi inkâr mânasına gelen Hitit, İyon ve Helen kültürüne sahip çıkma adına Türk tarihi baltalanıyor, bizi “Biz” yapan temel dinamiklerimizi dinamitlemek için her şey yapılıyordu. Köy Enstitüleri’ndeki ateist öğretmenler körpe dimağları zehirleyerek “Marksizmin Alfabesi”ni öğretiyordu. SSCB’nin paralelinde hareket eden komünist enteller; bazen hümanizm, bazen batıcılık, bazen çağdaşlık, bazen de ilericilik kisvesi altında "Komünist kadrolaşma”nın elemanlarını yetiştirmek için devleti kullanıyordu. İnancımız, “yobazlık” diye ithâm ediliyor, Darwin’in görüşleri “evrim” adı altında millete aşılanmaya çalışılıyordu…
Bu ve bunun gibi gayri millî uygulamalar, Köy Enstitüleri’ndeki Marksist yapılanmalar ve millî kültürden uzaklaşmalar karşısında Hüseyin Nihal Atsız, ilki 1 Mart 1944 tarihli Orhun Dergisi’nin 16. sayısında, ikincisi ise 21 Mart 1944’de kaleme alınıp 1 Nisan 1944’te yayınlanan Orhun Dergisi’nin 17. sayısında olmak üzere dönemin Başbakanı Rüştü Saraçoğlu’na iki “Açık Mektup” yazmıştı.
Bu mektuplar iktidarı rahatsız etmiş, Marksist kadrolaşmanın tekerine çomak sokmuştu.
DEVAMI YARIN