Zamanın değişmesiyle herşeyin değiştiğine tanıktır, insanlık tarihi. Zamanla değişir insan, değişir doğa; hava, su, toprak. Değişir fikirler, düşünceler. Bilim gelişir, insanın yüzyıl önce ölesiye savunduğu düşüncelerin şimdi aksi savunulur aynı kararlılıkla.

Zamanın değişmesiyle hükümler de değişir, hukuk da değişir. İnsan değişiyorsa orada herşey değişir. İlk olarak değişim bilinç düzeyinde gerçekleşir, sonra eyleme dönüşür. Bilinç düzeyinde gerçekleşmeyen değişimlerin şekilcilik ve yapaylıktan kurtulamayacağını, bir ruhunun olamayacağını ve bu “değişime” kendimizden birşeyler katamayacağımızı ve bu durumda bir değişimden söz edemeyeceğimizi söyler “Yaralı Bilinç” kitabında Daryush Shayegan.

Her insanın eşsiz bir tecrübesi vardır hayatta. Beynimiz her hangi bir nesnenin ilk verilerini alır kalanını tecrübelerle tamamlar. O yüzden der Kemal Sayar, aslında her görüş, her fikir, her yargı subjektiftir. Yani günlük hayatta kullandığımız birçok eşya hakkındaki görüşlerimiz bile yeterince nesnel değildir. Herkesin semaverle, demlikle, evdeki terlikle, arabasıyla, motoruyla hikayesi başkadır, tecrübesi başkadır ve onların zihninde uyandırdığı çağrışımlar da bambaşkadır. Bu kadar subjektivitenin olduğu bir yerde yani en basit günlük hayat rutinimizde varolan nesnelerle ilgili dahi bambaşka çağrışımlarımız olduğu halde, toplumda bir arada yaşamayı başarabiliyor olmak insanın ancak birlikte yaşamak zorunda olmasıyla yani insan olmasıyla açıklanabilir.

Bir arada yaşamak insan olmanın doğası gereğidir demekle aslında bir arada yaşamayı her başaramayışın insanlık dışı olduğunu da kabul etmiş olmaktayız. Bir takım farklılıklardan ortaya çıkan bir takım “uyumsuzlukların” tolumda ciddi kamplaşmalara ve sınıfsal çatışmalara sebebiyet vermesi hâlâ ilkel reflekslerle ve güdülerle hareket ettiğimize ipucu olmaktadır.

Olaylar ve durumlar karşısında vaziyeti anlamak için sorduğumuz sorular toplumsal olarak bilinç düzeyimizi ele verir. Mesela “neden oldu?” sorusuyla “kim yaptı?” sorusu arasında inanılmaz bir mesafe vardır. Hangi soruyu sorarsak yalnızca onun cevabını alırız.

Tanrım biz bir şeyi yanlış yapıyoruz ama neyi?

Neredeyiz, kiminleyiz, ne ile meşgulüz? Ruhumuz, bilincimiz ne ile besleniyor, ne ile şekilleniyor? Toplumun hususiyetlerinden ayrı düşünemeyeceğimiz gibi benliğimizi, toplumun kalıplarına rağmen yaşamak da kolay olmayacaktır elbette. “İnsanın doğal karakterini değiştiren ve onu tutkuları ve tatmin edilmemiş arzularıyla yaşayan, yabancılaşmış bir varlık haline getiren bizzat toplumdur” der aynı kitabında Daryus Shayegan. Bu yaklaşım belki çok bireyselci(ındividualism) bir yaklaşım olarak eleştirilebilir. Ama buradan bireyin önce kendini gerçekleştirebilecek ve bulabilecek bir hayatı yaşaması gerektiği, birey olma bilincinin gelişmesiyle toplum bilincinin şekillenmesi gerektiği sonucu da çıkarılabilir. Her insanın alemin büyük nüshası olduğu düşünülünce, tabiattaki yeşilin, dağın, akarsuyun, denizin mahdut olduğu ve fakat içimizdeki tabiatın sınırsızlığı düşünülünce toplumdan önce insanın yani bireyin kendini bulması daha elzemdir.

Zaman dedik, bir arada yaşamak dedik, toplumsal bilinç dedik, birey dedik ve önce insan dedik.

“Zamandan önce bulup kaybettiğine dair bir fikri olmayan insanın, her araması yarım her bulması eksiktir” dedi meczup.