En son nerede yaşlandınız, en son nerede, hangi zaman diliminde yaşlandığınızı hissettiniz? Aynaya baktığınız zaman mı, emekliliğe hak kazandığınızda mı, yoksa çocuğunuzu evlendirdiğinizde mi? İkişer üçer çıktığınız merdiven basamaklarını birer birer çıkmaya başladığınızda mı yoksa? Basamakları ikişer üçer çıkmak ile birer birer çıkmak sadece dizlerinizin feriyle açıklanamaz elbette. En son ne zaman düşündünüz hayatın bir nihayeti olduğunu? Ağaran son saç telinizin hikayesini hatırlayabiliyor musunuz mesela, ne zaman ağardığına dair bir fikriniz var mı? Hangi olay, hangi durum, hangi söz yüreğinize saplandı da vücudunuz bir tepki geliştirip, onu soğurmak için saç telinizi feda etti? Hep zamana mı keseceksiniz faturayı? İnsan çok yaşayınca mı yaşlanır yoksa çok hissedince mi? Kimisine çok kısa gelen bir zaman dilimi kimisi için bitmek bilmez mesela. O halde aynı zaman diliminin, aynı zamanda farklı bünyelerde aynı tesiri gösterdiğini iddia edemeyiz. Yine eşsiz tecrübeniz ve algılarınız kaçınılmaz olarak aranıza girdi zamanla.
Sararmış, kurumuş bu nedenle de artık kendisini hayata tutan ağaçtan ayrılmayı bekleyen, bunun için de biraz sonra eseceğini tahmin ettiği rüzgarı bahane edecek olan yaprak yaşamla ölüm arasında bir yerlerdedir. Yaşamla ölüm ne kadar da iç içedir; her gün yeniden ölüp yeniden dirildiğimizi, evrenin yaratım sürecinin biteviye devam ettiğini düşününce aslında ölüm, bir yaşama biçimi değil midir?
Uzun yıllar ağacın bütün bedenini saran, ağaçla bütünleşen bir sarmaşık ağacı korumak adına kesildiğinde ağacın bir nevi stres gösterip hastalanması, doğadaki alışkanlıkların sadece insana özgü olmadığını ifade edebilir bize. Çünkü ağaç aslında kendisinin kurumasına sebep olacak sarmaşık ile öyle bir ilişki içine, öyle bir alış verişe, öyle bir duygusal paylaşıma girmiştir ki, sarmaşık kesildiğinde buna sevinmesi beklenen ağaç, tepki gösterip hastalık geliştirmiştir. Benzer ve fakat aksine bir tezi de akla getirebilecek bir olayı hayvanat bahçesindeki zebralarla ilgili duymuştum; Zebraların varolduklarından beridir bir çeşit strese dayalı mide rahatsızlığı olan ülser hastalığına yakalanmadıkları, ancak hayvanat bahçesinde özgürce koşamayan, gönlünün istediği yere gidemeyen, doğal hayatından uzak bir yaşam süren, iç güdüsel olarak alışkanlıkları değişen zebraların ülser hastası oldukları bilimsel olarak ortaya konulmuş. Ne kadar acı! Fıtrat yani yaratılış reçetesi, yani kullanım kılavuzu. Sizce kullanım kılavuzuna uygun kullanıyor muyuz kendimizi? İnsanın kendisine vermiş olduğu anlam, eşyayı da, doğayı da, Tanrıyı da tasvir etmesinde ve idrak etmesinde kilometre taşı mesabesindedir. İnsanın “kendi” tanımı değişince madde değişir, evren değişir, Tanrı değişir.
Yine “Göğü delen adam” geldi aklıma. Kendimizi doğal yaşamımızdan uzaklaştırıp, sanayileşmenin getirdiği ekonomik, kültürel, demografik gerekçelerle daha çok da işçi sınıfını yerleştirmek için oluşturulan apartmanların dar, basık, havasız, duygusuz ve ruhsuz betonuna hapsettik. Hayvanat bahçesine tıkılan zebralarda gelişen strese dayalı hastalıkların ne kadarına bağışıklık kazandık dersiniz? Herşeyin olduğu gibi hastalıkların da bir tarihi vardır elbette. Hangi hastalıklar sanayi devriminden sonra değişen yaşama biçimleriyle eski alışkanlıkların bırakılması nedeniyle gelişmiştir mesela? Şunu hemen ifade etmeliyim; Eskiye hayranlıkla bakıp, eski olana övgüler dizip, yeni olanı hoyratça eleştirmek hastalığı, modern dünyanın gereğini yerine getiremeyen, çağdaş dünyaya “insanca” bir adapte sürecini tamamlayamayan, kendi inancı ve hayat anlayışı çerçevesinde bir yaşama formu oluşturup geliştirememiş insan tipinin içinde bulunduğu aşağılık kompleksinin bir sonucudur. Geçmiş, ancak ibret alınıp, ders çıkarılabildiği nispette içinde bulunduğumuz çağa bir ışık tutabilir. Yani evet, tuvaleti dışarıda olan, tahta kapılı, asma kilitli, ahşap pervazlı kerpiç evde oturup soba ile şehrin göbeğinde ısınmayalım ama apartmanın da bunun alternatifi olarak önümüze konulmasına itiraz edebilelim mesela.
İsmet Özel çok farklı bir bağlamda “...karamsarım; ama ümitsiz değilim. Esasen müslümana ye’s haramdır” diyordu. Kendilik bilincini geliştirip, evrene, maddeye, Tanrıya, çağa ve ilgili ve iletişim içinde olduğu herşeye yeni bir anlam katacak insan ve bu insanlardan oluşan toplum için O’nunla aynı duyguları paylaşıyorum.