Türkiye Cumhuriyetinin kurucusu Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün askeri dehası, devlet adamlığı, liderliği ve ileri görüşlülüğü tartışma kabul etmez nitelikte olduğu, dost ve düşmanlarınca gerek sağlığında, gerekse vefatından sonra her daim yâd edilen özellikleridir.
Atatürk’ün fikirlerinin geçerliliğini vefatından onlarca yıl sonra dahi tüm canlılığı ile koruduğunu görmek ne kadar gurur verici ise, o günden bu güne düşüncelerinin doğru anlaşılıp yeteri kadar yaşatılamaması, geliştirilememesi de Türk Milleti adına o denli esef vericidir.
Atatürk’ün Türk Birliği, Türkiye Cumhuriyeti hassasiyeti, vatan ve millet bütünlüğü, bağımsızlık ve laiklikle ilgili görüşleri henüz doğru olarak anlaşılıp uygulanma imkânı bulamamıştır.
Önyargılı insanlar tarafından arkasına sığınan veya karşısında yer alanlar tarafından Atatürk’ün düşünceleri, çoğu zaman farklı amaçlara yöneltilmek istendiğinden, doğru anlaşılmasına engel olmuş, bundan dolayı da Türk toplumunun yaşantısında tam olarak yerini alamamıştır. Kısaca bazım gruplar överek, başka gruplarda söverek “Atatürk ile Aldatma” yoluyla taraftar toplama gayretlerini sürdürmektedirler.
Bunun nedenlerinden biri, halkın desteğini arkalarına almakta sıkıntı çeken ve güçsüzlüklerini kapatmak için Atatürkçülük maskesi takınan birçok kişi ve grupların istismarı: Atatürk’ün sağlığında özellikle karşı olduğu, içinde bulunduğumuz dönemin rejim hayranları bile onun gölgesinde siyaset yapmaktan, hatta bu milletin değerlerine hakaret etmekten geri kalmamışlardır. Toplumun inançlarına pervasızca saldırırken bile onun adını kullanmaktan hayâ etmemişlerdir. Türklük şuuruna verdiği değeri ve onun Türk tarihinin geçmişine bakışını görmezden gelerek tarihi kötülemek için bile O’nun adını kullanabilmişlerdir. İslam dini ile ilgili görüşleri bütün kaynaklarda net olarak ortada dururken, milletin dini inançları Atatürk’ün adını kullanarak horlanmaya çalışılmıştır. Bahse konu insanlar, onun Türk kültür değerlerini koruma konusundaki hassasiyeti ve yaşadığı müddetçe verdiği mücadeleleri yok sayarak, kafalarına göre oluşturdukları Atatürk imajını ön plana çıkarmaya çalışmışlardır. Bu kesim içinde bulunanlardan bazıları ise modernlik adına milli ve dini değerleri toptan inkâr eden ve aslında genellikle ateist düşünceye sahip olan insanlar, kirli emellerine ulaşmak için Ata’nın gölgesinde faaliyetlerini yürüterek halk nezdinde geçerli kılmaya çalışmaktadırlar.
Öte yandan, görünüşte kendilerini dini değerlere sahipmiş gibi gösteren, Türklükle ilgili problemli, kökü dışarıda olan kesim de mevcudiyetini korumaktadır. Bu kesim, İslam’ın yayılması ve korunmasındaki Türk Milleti ağırlığının ortadan kaldırılarak, dinin sadece Araplar mahsus bir olgu gibi gösterme çabalarının ürünüdür. Amaçlarına ulaşabilmelerini, Atatürk’ü çeşitli isnatlarla yıpratmak, dolayısıyla onun ortaya koyduğu idealizmin halk nezdinde taraf bulmamasına gayret göstermeye çalışmaktadırlar. Onun İslam dini hakkındaki tespitlerini, övücü sözlerini görmezlikten gelmekte; Atatürk’ü dinsiz bir insan gibi tanıtmaya çalışmaktadırlar. Bilinçsiz ve bağnazca düşüncelere sahip, İslam’ın özünden uzak kesimi yanlarına çekebilmenin yolunu, büyük lideri karalama yoluyla gerçekleştirmeye çalışmaktadırlar.
Her iki tarafta yer alan bir kısım art niyetli kişi ve grupların faaliyetleri bu konuda dikkat edilmesi gereken önemli bir husustur. Tek ortak noktaları, Atatürk üzerinden taraftar toplama çabalarıdır. Dost görünen ile düşman olanın her halde ondan yararlanmaya çalışması, onun ne kadar önemli bir lider olduğunun göstergesidir, aslında.
“Türk öğün, çalış güven” sözüyle, kurduğu Türkiye Cumhuriyetini emanet ettiği gençliğin; Türklüğü ile övünmesi, buna layık olabilmek için her yaş ve kademede üzerine düşen görevi yerine getirmek için çalışması, böyle bir milletin ve devletin mensubu olmaktan dolayı da kendine güvenmesi en büyük arzusuydu.
Türk milletinin en zor gününde ortaya çıkmış, tarihin derinliklerinden gelen bir şuur ile üzerine düşen görevi her türlü zorluğa göğüs gererek, milletin kurtuluşu ve refahı uğruna harcamış bir insanın, doğru tanıtılıp anlatılması konusunda millet olarak hala sıkıntımız olduğu görülmektedir. Bu sıkıntının nedeni yukarıdaki örnekler değildir elbette. Tarihten silinmek üzere olduğu zannedilen bir milletin yok olmaktan kurtularak dipdiri ayakta durması konusunda hüsrana uğrayan emperyalist güçlerin heveslerini kursaklarında bıraktığı da bir gerçektir. Zamanında güç yetiremedikleri böyle bir lideri, yandaşları aracılığıyla çok sevdiği milletinin değerlerini yok sayan bir nesil yetiştirme gayreti içine girmişlerdir. Atatürk’e olan hınçlarını, sözde Atatürkçülük ya da din adına geçmişine ve milli değerlerine ters bir yapıda nesil yetiştirmek suretiyle almış olacaklarını zannetmektedirler. Bu ve benzeri yanlış anlatımlar, bir kısım bilinçsiz insanın onu olduğunun dışında tanıması ve karşı cephede yer almasına yol açmıştır.
Toplumsal hatalarımızdan bir başkası da, kişileri değerlendirirken kısa yoldan ya yeriyor, yerin dibine geçirmeye çalışıyoruz ya da onun da bir insan olduğunu unutarak kolay yoldan ilahlaştırabiliyoruz. Özellikle tarihi şahsiyetleri, sevabı ve günahı ile yaşadıkları dönemin şartları içerisinde değerlendirmeyi başaramiyoruz. Tarihi olay veya şahsiyetleri günümüz şartlarında edindiğimiz yetersiz bilgiler ışığında değerlendirmek veya yanlış kıyaslama ve yorumlar ile değerinin altında ya da üstünde algılanmasını sağlamak hatasına düşüyoruz. Tarihi kişiliklerin; doğrusu yanlışı, sevabı ve günahı ile yaşadığı dönemin şartlarında değerlendirildiği müddetçe gerçek değerini bulacağını unutuyoruz.
Büyük önder Atatürk’ü ilahlaştırarak insanüstü bir varlık olarak niteleyenlerin; “Benim naçiz vücudum elbet bir gün toprak olacaktır. Türkiye Cumhuriyeti ilelebet payidar kalacaktır” deyişini hatırlamakta yarar vardır. Onun en önemli eseri olan Türkiye Cumhuriyetinin yaşaması için vatan, millet düşmanlarına karşı direnç göstermek, her türlü olumsuzlukları bertaraf etmek, “Türküm” diyen herkes için önde gelen vazife olmalıdır. Diğer taraftan her büyük insanın, her insan gibi bir fani olduğu da unutulmamalıdır. Eserleri ve düşüncelerini yaşatmak, çizdiği yoldan giderek fikirlerini çağın şartlarına göre yorumlamak ona gösterilecek en doğru saygı biçimi olsa gerek.
Yaşadığı müddetçe hangi uygulamalarının sayesinde bugünkü imkânlara kavuşulduğu doğru bir terazide tartılırsa, bu ülkede yaşayan herkesin şu veya bu sebeple Mustafa Kemal Atatürk’e şükran borcu olduğu ortaya çıkacaktır. Bu şükran borcunun gereği olarak bıraktığı mirasa sahip çıkmak da her Türk’ün ertelenemez, vazgeçilemez görevlerindendir. Bu görevi yerine getirmek ve kurduğu ülkeyi muasır medeniyetler seviyesine çıkarmak, şükran duygusunun gereği olmalıdır.
YUVADAN UÇURULANLA
Bindokuzyüzlü yılların ilk çeyreğinde balkanlar ve Anadolu’da insanların nasıl bir bilinmezliğin içinde kaldıklarını, ne yapacaklarının şaşkınlığı içinde yuvalarından koparılışlarını anlayamadılar.
Bu anlaşılmazlığın onlara nelere mal olduğunu unutamayacakları acıların, insanlık dışı davranışların sonuçlarını yaşayarak gördüler. Bu acılı insanların duygularına ortak olabilmek ve yuvadan uçuruluşlarını bir nebze olsun anlayabilmek için tarihe tanık hikâyelerinden birkaç farklı kesit.