91 yaşında bir aydın. İsmail Cambaz.
Dün Sofya’da ziyaret ettim. Elini öptüm. Bulgaristan’da “Nüvap”ın ( imam hatip okulu) kurucu hocalarından olan İsmail Cambaz, Bulgaristan’da yaşayan uluslararası üne sahip Müslüman bilim insanı, hukukçu, gazeteci.
Bugün Bulgaristan’da hocadan daha yaşlı yaşayan bir Müslüman bilim adamı bulamazsınız. Her yönüyle dolu bir duayen. Asrın yetiştirdiği büyük alimlerden biri. Allah uzun ömür versin aklı ve dimağı mükemmel bir insan. Kırgızistan’da Cengiz Aytmatov, Azerbaycan’da İsmail Gaspıralı ne ifade ediyorsa Bulgaristan’da da İsmail Cambaz aynı şeyi ifade eder. Bulgaristan’da krallık, komünizm ve demokrasi yönetimlerini görmüş ve her bir rejimde etkin görevlerde bulunmuş. Komünizm zamanında uzun yıllar gazetecilik yapmış kamu görevlerinde bulunmuştur. Komünizmi ondan dinlemek insanı doyuruyor. Birçok eser yayınlamış olan İsmail Cambaz hoca. İki cilt halinde Bulgaristan başmüftülük tarihini belgelerle yazmak suretiyle tarihe önemli bir kaynak hediye etmiştir. Ayrıca Bulgaristan Türk basın tarihini de kaleme alan bir kitap yayınlamıştır. Hatıralarını yayınladığı kitabı okumaya doymazsınız.
Bir müddet önce ölen Bulgar Müslüman Türk alimi İbrahim Tatarlı hocayla birlikte Bulgaristan’da yaşayan tüm Müslümanların adeta hamisi olmuşlar. İsmail hocanın komünizmden etkilendiğini söylemek mümkün. Komünizmin üretimi başardığını ancak ticareti ve insan yönetiminde başarısız olduğu söylüyor. Komünizmin müthiş bir iş disiplini sağladığını, kalkınmayı başardığını, ancak bunu yaparken insan haklarını gözetmediğini ve sınırlarını dünyaya açmaktan korktuğunu, insan fıtratında var olan “ ben” ve “benim” olgusunu yok edemediğini, komünizmin bu nedenlerle yıkıldığını anlatıyor. Bu konuda Stalin’den sonra lider olan Brejnev’in bir sözünü hatırlattı. Brejnev sınırları dünyaya açalım diye sürekli amcasına baskı yapan yeğenini yanına çağırıp kulağına “yeğenim eğer biz sınırları açarsak bu ülkede başbakan ve benden başka kimse kalmaz” demiş.
Bulgaristan şanssız bir ülke, tarihini kabaca incelediğinizde önce Yunan zulmüne uğramışlar, bu nedenle Osmanlı’yı Yunan’a tercih etmişler. En huzurlu dönemlerini de Osmanlı himayesi altında yaşamışlar. Osmanlı çekildikten sonra romanlar işgal edip 40 yıl onlar yönetmiş. Sonra Rus işgaline uğramışlar. 40 yıldan fazla Ruslar yönetmiş. Şimdi de Avrupa Birliğine girmekle en büyük hatayı yapmışlar. 8 milyon nüfusun üç buçuk dört milyonu Avrupa’nın çeşitli ülkelerine göçmüş. Köyler boşalmış. Okullar kapanmış. Kalan nüfus oldukça yaşlanmış. Bulgar nüfus git gide yok olmayla karşı karşıya kalmış. Okumada haylazlık yapan oğluna bir çingenenin şöyle nasihat ettiği naklediliyor “Oğlum Türkler gitmekte, Bulgarlar bitmekte, devlet bize kalmakta. Sen okumazsan bu devleti kim yönetecek”
Bulgaristan, Avrupa birliğine girmekle hata etmiştir. Çünkü, hiç şavaş yapmadan bir ülke nüfusu nasıl kırılır, nasıl yok edilir, bunu Bulgaristan’da en çarpıcı biçimde görebilirsiniz.
Şimdi burada anlatmak istediğimi tam olarak anlatabilir miyim bilmiyorum. Türkiye olarak etrafımız yanıyor. Irak yanıyor, İran yanıyor, Suriye, Lübnan, Yemen, Libya… Her yer ateş içinde yanıyor. Arabistan’ın hali pür-i melal. Pakistan yıllardır kanayan yara. Arakan Müslümanları, Uygur Türkleri zulüm altında inim inim inliyor. İnsanlar ölüyor, yurtları yuvaları başlarına yakılıyor. İnsanlar ölümden kaçmak için başka ülkelere sığınmaya çalışıyor. Şimdi bir örnek verelim. Lakin kimse benim kutlu hicreti küçümsediğimi düşünmesin. Fakat bir gerçeği burada paylaşmak istiyorum. Kutlu hicret olayında hicret eden insanların tümünün sayısının 1400 kişi kadar olduğu söyleniyor. 14 günlük bir yolculuktan sonra Medine’ye ulaşıyorlar. Bu mübarek insanlar aynı ülke içinde bir şehirden başka bir şehre göç etmişler. Ayrıca geldikleri şehirde onları dostları karşılamış, öyle bir karşılama ki, Ensar-Muhacir kardeşine tarlasının yarısını, evinin yarısını, yiyeceğinin yarısını kardeş gibi bölüşüp vermiştir. Orada muhacirde güzel ensar da güzeldi. Sonra toparlanıp Mekke’yi fethetmişlerdir. Allah her birinin mekanını cennet eyledin. Ama bir de dönüp Suriyeli göçmenler bakın. 4 milyon insan Türkiye’ye sığınmış, bir yarısı kadarı Lübnan’a sığınmış, başlarına bomba yağarken canlarını kurtarmak için başka bir ülkeye sığınmaya çalışmışlar, Avrupa’ya gidenler ise çok kötü şartlarda hayatlarını devam ettirmeye gayret ediyorlar. Soğuktan donanı, yanan çadırında öleni, bir kuru ekmeğe sevineni… İtilen kakılan dövülen, ahlaksızlığa zorlanan, nice insan. Yaşanan acı hikayeleri yeryüzü kağıt, ormanlar kalem olsa yazmaya yetmez.
Dünyadaki zalimler, “ben ülkemi koruyayım isterse dünya tümden yansın” mantığını sürdürmektedirler. Masumun yanında duran ülke sayısı yok denecek kadar azdır. Elhamdülillah ki, benim ülkem mazlumun yarasını sarmakta üstüne düşeni fazlasıyla yapmaktadır.
Süreli göçmenler başına gelen felaketten kaçarak kendine sığınak olarak Türkiye’yi bulmuştur. Allah göstermesin Türkiye’nin başına böyle bir şey gelse gidecek hiçbir ülke bulamaz. Bunun için diyoruz ki, Avrupa birliği Türkiye’nin yararına işler yapmıyor. Kanaatimce bizi Avrupa birliğine almamaları ülkemizin hayrına olmuştur. Aksi halde Bulgaristan’ın, Romanya’nın, ve diğer Balkan ülkelerinin başına gelen bizimde başımıza gelirdi. Düşünsenize Türkiye’nin çalışan gücü Avrupa’ya gitse Türkiye’nin hali ne olurdu. Avrupa’ya giderlerin ancak cenazesi ülkeye dönüyor. Hal böyle olunca geride kalan çalışma gücü olmayan insanlarla ülkemiz nasıl kalkınacak tı? Avrupa’nın bazı ülkelerinin verdiği hibe ile ülke ayakta durabilir mi?
Dilenmekle kalkınma olmaz. Son söz olarak benim ülkem güçlü ve dirayetli, insanları bir birine sıkı sıkıya bağlı oldukça bu güzel ülke ilelebet payidar olacaktır.