Çok Kıymetli Gönül Dostlarım,

Hemşehrisi olmakla müftehir olduğum Necip Fâzıl Kısakürek’in ilk konferansını, 1967 yılında bir ortaokul talebesi iken Kahramanmaraş’ta dinlemiştim.

O yıllarda Üstad’ın konuşmalarından çok fazla bir şey anlamasam da, konuşma üslûbuna ve hitâbet gücüne hayran kalmıştım. Bilâhare aldığım “Çile” isimli şiir kitabının üzerindeki imzâdan, arka kapakta bulunan; yaşadığı hafakanları, çektiği çileleri ışık ve gölge ile resmeden o meşhur fotoğraf ile şiirlerindeki müthiş dizelerden çok etkilenmiş, o günden sonra da Üstad’ın eserleriyle “irtibatı” hiç kopartmamıştım...

Doğumunun 120., ölümünün 41. yılında Necip Fâzıl Kısakürek’i rahmetle yâd etmek, onu bilmeyen genç nesillere tanıtmak ve onun edebî yönü ile aksiyonerliğini, Türklük konusundaki görüşlerini ve ülkücüler hakkındaki düşüncelerini dile getirmek için, yıllar önce kaleme aldığım bir yazımın daha da genişletilmiş hâlini 3 bölüm hâlinde sizlere arz edeceğim.
Bâkî selâm ile…

O; Türkçeyi emsâlsiz bir mahâretle kullanan, kelimeleri bir kuyumcu titizliğiyle işleyip taçlandıran, infilâk hâlindeki yanardağlar gibi için için yanan, rûhu fırtınalı ummanlar gibi dalgalanan, engin muhayyilesiyle has şiirin şafağına dayanan ve “Her mısraı bir şiir mecmuası” olan “Şâirler Sultânı”ydı.
O; çölleşen fikir dünyamıza düşünceleriyle hayat veren, kandilleri sönmeye yüz tutmuş bir kubbenin rûhunu kalemiyle ateşleyen, kendimize ait mukaddes rüyâları görmemiz için “küllî bir tefekkür şuuru” oluşturmayı hedefleyen, yeniden câmi merkezli bir medeniyet inşâ etmeyi gâye edinen, fikirlerini sanat ve estetikle tevhîd eden sıra dışı bir mütefekkirdi.
O, hem tasavvuf deryâsının derinliklerine dalan, hem de şâirliğin zirvesine ulaşan; mekânla zamanı, ezelle ebedi, idrakle sezgiyi, akılla duyguyu, coşkuyla ritmi, biçimle âhengi birleştiren; fikrî yazılarında sanatkârlığını tebellür ettiren, sanat eserlerinde de mütefekkirliğini temâyüz eden müstesnâ bir edipti.
O; mücerredi müşahhas sembollerle ifâde eden anlatım biçimiyle nesri canlandıran, makâlele-rini çarpıcı cümlelerle şâha kaldıran ve müthiş hitabetiyle kitleleri heyecanlandıran muazzam bir kalem ve kelâm erbâbıydı.
O; halefi ve selefi olmayan büyük bir şâir, bakış açısı ufuk çizgisinin ötesine nüfuz eden zirve bir nâsir ve metafizik duyarlılığını çok farklı bir üslupla dile getiren muazzama bir hatip olduğu gibi;
“Allah, Resul aşkıyla yandım, bittim, kül oldum,
Öyle zayıfladım ki, sonunda herkül oldum.” diyerek îman, aşk ve sanatı tasavvuf neşvesiyle billurlaştıran, “Lâle”ye müştak “Gül” muhabbetiyle hayatı anlamlı kılan, “Vasiyet”inde belirttiği gibi; “Allah ve Resul aşkının yanık bir dîvânesi” olduğu-nu ifâde etmesine rağmen nefsinin esaretinden kurtulamadığı için kendi içindeki dünyevî fırtınalarla boğuşan ve her zaman “ben” duygusu hep önde olan, “mağlubiyeti aslâ kabul etmeyen fırtına gibi bir dâvâ adamı”ydı. O; maddede vâr olan ihtişâmın sırrına eren, maddenin esrârında Allah’ın (c.c.) azâmetini gören, madde-ruh problemini iç âlemindeki coşkuyla bütünleştirip, zekâsının kıvraklığı sayesinde tadına doyulamayan muhteşem bir üslûpla dile getiren;
“Anladım işi, sanat Allah’ı aramakmış,
Mârifet bu, gerisi yalnız çelik çomakmış.”
diyerek poetikasını en veciz bir biçimde ortaya koyan büyük bir sanatkârdı.
O; kendine has cümleleri, büyülü anlatımı, estetik kaygıları, sembollere yüklediği mânâların modern yansımaları, zıtlıkların âhengini ortaya koymadaki ifâde gücünün metafizik derinliği, kelime zenginliği, fikrî ve felsefî alanlardaki düşünce bütünlüğüyle nev’i şahsına münhasır bir nesir dili inşâ eden, kendine özgü kibriyle çok zor beğenen ve kendisini en önde gören bir nâsirdi. O; el attığı her alanda şâhikalaşmış, üç hâneli rakamlarla ifâde edilen telif eserlere imza atmış, keyfiyette olduğu kadar kemiyette de Türk edebiyat ve tefekkürünün yüzünü ağartmış; şiir, tiyatro, tarih, hikâye, din-tasavvuf, roman, polemik ve tefekkür sahalarında pek çok eser vermiş bir velût yazardı.
O; karanlık devirleri aydınlatmış, kendini bütün varlığıyla inancına adamış, “Türk’ün ruh köküne bağlı” nesillerin yetişmesi için çıra gibi yanmış, beyinlere ve gönüllere ışık tutmuş, gençliğe istikâmet vermeyi başarmış, millî kalarak evrenseli yakalamış müthiş bir fikir ve aksiyon kasırgasıydı.
O, Türk milletinin akıl almaz bir zillet içinde boğulmasına karşı isyan etti; baş koyduğu yolda tatmadığı eziyet, görmediği cefâ, çekmediği çile kalmadı. Dûçâr olduğu baskılar karşısında azâmetinden, asâletinden, cesâretinden, celâdetinden, metânetinden ve izzetinden hiçbir zaman tâviz vermedi. O; mahcup tavırlı Müslüman bir kitleye, zâlimler karşısında nasıl bir mağrur duruş sergilenmesi gerektiğini yazıları ve tavırlarıyla tebliğ eden, ancak yazdıkları ve yaşadıkları arasında kendini arayan ser-âzâd bir insandı.
O; mağdurların, mâsumların, mazlumların safında yer alan, çiğnenen mukaddesat ve unutturulmak istenen millî değerler için mücâdele veren, her zaman zora tâlip olan, Müslüman Türk’ün mukaddes değerlerini müdafaadan aslâ geri durmayan, emniyet-mahkeme-cezaevi arasındaki baskılardan hiç yılmayan ve fikir kılıcını çekerek Tek Parti Dönemi’nin fildişi kulelerini kalemle birlikte yıkmaya çalışan ve sayıları bir elin parmaklarını geçmeyen Alperen serdengeçtilerdendi. O; “Ha tüfeği olmayan asker, ha öfkesi olmayan fikir” diyerek fikirde aksiyon arayan, “aksiyon düşmanı fikir adamı, dişleri sökülmüş ve pençeleri törpülenmiş bir sirk aslanı kadar merhamet telkin edicidir.” hükmünün “Çerçeve”sini çizen ve aksiyonerliğini hayata geçirirken;
“Surda bir gedik açtık, mukaddes mi mukaddes
Ey kahpe rüzgâr artık nereden esersen es.” diyen büyük bir mücâdele adamıydı. O, İslâm’ı yok sayan, millî değerlerimizi göz ardı eden zihniyete karşı ciddî, tutarlı ve seviyeli ilk hesaplaşmayı başlatan korkusuz bir şâir ve mütefekkirdi. O’nun mısrâları ilkbahar çiçeklerinin üzerine yağan rahmet misâli gönüllerimize damlarken, nesri de inkârın buz dağlarını bir ağustos güneşi gibi eritti ve “Tarihteki yobazların” yobazlıklarını ispat etti.
DEVAMI YARIN