Kâinâtın Solmayan Gülü; nesep yönünden Âdemoğlunun en asil soyuna mensup olduğu gibi; ahlâk ve karakter bakımından “İnsanların En Üstünü”, beden yapısı ve sîma îtibâriyle de “Yaratılmışların En Güzeli”dir.  Efendimiz’in bâtinî mükemmelliği dış görünüşüne muhteşem bir letâfet olarak aksetmiş; O “Gül” sîret bakımından en güzel olduğu gibi,  sûret îtibâriyle de çok özel bir biçimde halk edilmiştir. 

Her hâliyle, tavır ve davranışlarındaki kemâliyle en mükemmel beşerî vasıfları temsil eden Sevgili Peygamberimiz (s.a.v.); fizîkî ve fizyonomik özellikleri îtibâriyle de emsâlsizdir…   Yâni cümle güzellikler O’nda cem olmuş; nesep, edep, ahlâk, asâlet, hikmet, sîret, sûret, zarâfet, nezâket, her türlü hâl, hareket ve kabiliyet O’nda en kâmil mânâsını bulmuştur.

Yüce Rabbimiz tarafından her türlü güzellik, O’nun nûrundan bir tezâhür ve bir tebessüm olarak yaratılmıştır. Ve bu hâli millî şâirimiz;

“ Dünya neye sâhipse, O’nun vergisidir hep;
Medyûn O’na cemiyyeti, medyûn O’na ferdi.
Medyûndur O mâsûma bütün bir beşerîyet…
Yâ Rab, bizi mahşerde bu ikrâr ile haşret.”[1]

dizeleriyle dile getirmiştir. Çünkü Sevgili Peygamberimiz (s.a.v.); insanlık tarihinin en muallâ, en mükerrem, en mübârek ve en muhterem şeref levhasıdır.  Çünkü O “Gül”, insanlığın cemâl, peygamberliğin kemâl noktasıdır. Çünkü O “Gül”; emsâli yaratılmamış İlâhî bir sanat hârikasıdır.  Çünkü O; herkesi kendisine hayran bırakan muhteşem bir sîret ve sûret manzûmesi olup, bütün üstünlüklerin bir kişide toplandığı yegâne örnektir.     

 Gerçekten de Allah Resûlü(s.a.v.)’nün mübârek sîmaları; yüzlerin en güzeli, en temizi, en güven telkin edeni ve en nûrânîsiydi. Sevgili Peygamberimiz (s.a.v.) Medîne’ye Hicret ettiği zaman, O’nu görmek için yanına gelen Yahûdi âlimi Abdullah b. Selâm (r.a.), Efendimiz’in o mübârek cemâline bakıp, O’nun sîmasındaki idrâk ötesi güzelliği, mânâ derinliğini ve İlâhî nûru görünce; “Bu sîmanın sâhibi aslâ yalan söylemez.”[2] diyerek Müslüman olmuştu. Ebû Resme  (r.a.) de; “O’ndaki güzellik, heybet ve nûrânîyet ve letâfet o derece idi ki, Allah(c.c.)’ın Peygamberi olduğuna dâir, ayrıca bir mûcize, delil ve bürhâna ihtiyaç yoktu.”[3] demişti.

 O’nun nur cemâlini tasvir ve tavsîf eden “Gül” sevdâlısı bir şâirimiz de;

“Şeb-i Mî’râc’da sîmasını seyretti diye,

Kapanır yerlere gök, secde-i şükrân olarak.

[Gökyüzü; Mi’rac Gecesi Peygamber Efendimiz(s.a.v.)’in cemâlini seyrettiği için;

Cenâb-ı Hakk’a teşekkür etmek ve Resûlullah’ın şânını yüceltmek için O’nun ayak bastığı yere şükran secdesine kapanır.]

Can atar her gece Ruhû’l-Kudüs ihrâma girip,

Harem-i muhterem-i kûyuna mihmân olarak”[4]

[Cebrâil Aleyhisselâm, her gece heyecanla ihrâma girmeye can atar;

Çünkü O, Hz. Peygamber(s.a.v.)’in yüce huzûruna misâfir olacaktır.]

dizelerini dile getirmişti. 

Fakat erbâb-ı kalemin bütün gayretlerine rağmen O’nun sîret ve sûret mükemmelliğini anlatmaya beşerî kelâm kifâyetsiz kalmakta; çünkü O’nun güzelliği kelimelerin bittiği yerde başlamaktadır. Bu konuyu dile getiren İmam Kurtubî de; “Resûlullah(s.a.v.)’ın hüsn-i cemâli tamâmen zâhir olmamıştır… Eğer O’nun bütün güzellikleri olanca hakîkatiyle gösterilmiş olsaydı, Ashâbı O’na bakmaya tâkat getiremezdi.”[5] demektedir. Bu mevzûda Câbir b. Semürâ  (r.a.) ise; “Mehtaplı bir gecede havada hiç bulut yokken, Ay da bütün güzelliğiyle gökyüzünde parıldıyorken Peygamber Aleyhisselâm’ı gördüm. Üzerlerinde kırmızı alacadan bir hulle vardı.  Resûlullah(s.av)’ın nurlu yüzü ile Ay’dan hangisinin güzelliği daha fazla diye; bir kere Allah Resûlü(s.a.v.) in nur cemâline, bir kere de Ay’a baktım. Allah’a yemin ederim ki, bana göre Peygamber Efendimiz(s.a.v.)’in o mübârek yüzleri Ay’dan çok daha güzeldi.”[6]  ifâdesini kullanmıştır.

Fahr-i Kâinât Efendimiz’in çok yakınında bulunan sahâbîler de O’nun; beden yapısını, dış görünüşünü, karakter özelliklerini, çevresindeki insanlarla olan münâsebetlerini, tavır ve davranış biçimlerini, günlük hayatındaki hâlini; giyinişi, oturup kalkması, yiyip-içmesi, konuşması, yürümesi gibi pek çok husûsiyetini teferruatlı bir şekilde târif etmiş; O’nun fizîkî güzelliği, ahlâkî yüceliği ve şahsî özellikleri hakkında çok derinlemesine bilgiler vermiş, çok ince ayrıntılar aktarmışlardır.   

Kur’ân-ı Azîmü’ş-şân’daki âyetler, Ashâbın aktardığı bilgiler ve hadis râvîlerinin beyânları ışığında Allah Resûlü(s.a.v.)’nün bütün hayatı, hâl ve hareketleri en ince tafsîlatına kadar öğrenilmiştir. Şurası açık bir gerçektir ki, bütün peygamberler, dünyaca meşhur insanlar ve tarihî şahsiyetler arasında; hayatı en ince teferruatına kadar bilinen, davranış biçimleri bütün ayrıntılarıyla nesilden nesile nakledilen, fizîkî özellikleri en ufak husûsiyetlerine varıncaya kadar târif edilen bir tek kişi ve tek bir peygamber vardır, o da Varlık Sebebimiz, Sevgili Peygamberimiz Aleyhisselâtü Vesselâm Efendimiz’dir. Zâten ondört asırdan beri İslâm âlimleri değişik ilim dallarında ve çeşitli edebî türlerde Efendimiz’i bütün yönleriyle ele alan sayısız kitaplar yazmışlardır. Bizim medeniyet ve kültür dünyamızın temel kitapları olan; “Tefsir”, “Hadis”, “İslâm Tarihi”, “Siyer”, “Megâzî”, “Şemâil”, “Hilye”, “Delâil”, “Hasâis”, “Fezâil” gibi isimlerle adlandırılan eserlerde; Allah Resûlü(s.a.v.)’nün hayatı, peygamberlik yönü, ahlâkı, mûcizâtı, savaşları, insânî husûsiyetleri ve kişisel özellikleri hakkında her türlü bilgi çok detaylı olarak verilmiştir. Bu kitaplar arasında Efendimiz’in beşerî vasıflarını, ahlâkî özelliklerini, fizîkî güzelliklerini, hâl, hareket ve davranış biçimini dile getiren eserlere genel olarak “Şemâil”  ya da “Şemâil-i Şerîf” denilmiştir. Allah Resûlü(s.a.v.)’nün yalnız fizîkî görünüşünü anlatan edebî eserlere ilâveten; hat sanatının en güzel örnekleriyle yazılan Efendimiz’in dış görünüşünü tasvir eden hat-tezhip levhalarına da “Hilye”  veyâ “Hilye-i Şerîfe” denilmektedir.

Hz. Âişe (r.anha), Hz. Ali (r.a.), Enes b. Mâlik (r.a.), Ebû Hureyre (r.a.), Berâ b. Âzib (r.a.), Câbir b. Semûrâ (r.a.),  İbn-i Abbas (r.a.), İbn-i  Ömer (r.a.), Hz. Hasan (r.a.) ve Hind b. Ebî Hâle (r.a.) gibi bir çok sahâbînin nakilleri ışığında Sevgili Peygamberimiz(s.a.v.)’in şemâili ve hilyesi pek çok İslâm ulemâsı ve üdebâsı tarafından manzûm ve mensûr tarzda, ya da levha şeklinde tertip edilerek kaleme alınmıştır.

Bu fakir de; Kütüb-i Sitte’den, Şemâil-i Şerifelerden yararlanarak, Ahmet Cevdet Paşa’nın “Kısâs-ı Enbiyâ” adlı eserinin “Hazreti Muhammed(s.a.v.)’in Vasıfları ve Şekl-i Şemâili”[7]  bölümünden faydalanarak, kudemânın ve yaşayan pek çok ulemânın eserlerinden feyz alarak “Gül”ün şemâilini genel hatlarıyla aktarmayı arzu etmektedir.

 Şemâil-i Gül’ü yazıya dökerken evvel emirde şunu belirtmem gerekir ki,  ifâde edeceğimiz bu bilgiler sırasında vâkî olacak hatâ, yanlışlık ve sürç-i lisândan dolayı önce Cenâb-ı Allah’tan, sonra da Efendimiz Aleyhisselâtü Vesselâm’dan bağışlanmayı dilerim. 

Bu genel girizgâhtan sonra, Kâinâtın Solmayan Gülü’nün Sahâbe-i Kirâm Efendilerimiz tarafından bildirilen şemâil-i mübârekelerini teberrüken nakletmeye çalışalım:

Bidâyette de vurguladığımız gibi, Sevgili Peygamberimiz (s.a.v.); ahlâk, akıl, zekâ ve yaratılış îtibâriyle bütün insanların en üstünüydü. Bütün mümtaz meziyetler, erişilmez hasletler ve en ekmel husûsiyetler Allah Resûlü(s.a.v.)’nde kemâl bulmuştu. Bütün bu emsâlsiz sîretin yanında Fahr-i Kâinât Efendimiz’in mübârek bedenleri de baştan aşağı kusursuz olup, bütün uzuvları birbiriyle uyumlu[8], endâmı mükemmel, cemâli çok güzel[9] ve tâbir câizse çok yakışıklıydı. Uzaktan bakıldığında O; Âdemoğlunun en görkemlisi ve en güzeli, daha yakından tanındığında ise insanların en tatlısı ve en iyisiydi.[10] Bu mevzûda Hz. Âişe (r.anha) Vâlidemiz; “Yusuf’un güzelliğini gören Mısırlı kadınlar ellerini kestiler. Şâyet benim Efendim’i görmüş olsalardı, o bıçakları kalplerine saplarlardı da haberleri bile olmazdı.”[11] diyerek bu gerçeği çok vecîz bir biçimde dile getirmişti.

Efendimiz’i ansızın gören kimseyi mânevî bir ürperti ve heyecan sarar, O’nun haşyet ve heybetiyle sarsılırdı.[12] Fakat daha sonra O’nun yüzündeki tebessümü, bakışlarındaki şefkati, davranışlarındaki nezâketi görünce rahatlar, yüreğini “Emîn”[13] bir îtimât kaplar, görüşüp konuşunca heyecanı yatışır ve içindeki haşyet sevgiye dönüşürdü. Efendimiz’le ülfet ve sohbet eden insanlar, O’na târifsiz bir sevgiyle bağlanırdı. Işığın kelebekleri kendine çektiği gibi, Sevgili Peygamberimiz (s.a.v.)  de herkes için müthiş bir câzibe merkezi oluşturur ve O’nu tanıyan herkes Kâinâtın Solmayan Gülü’nün nûruna pervâne olurdu.  

Allah Resûlü (s.a.v.); uzuna yakın orta boylu[14], iri yapılı, güçlü-kuvvetli, gâyet salâbetli ve heybetliydi.[15] Orta boylu olmasına rağmen görünüşü herkesten farklıydı. Kendisinden uzun birisinin yanındayken, heybetinden dolayı ondan daha uzun görünür; o kişi yanından ayrılınca yeniden eski hâline avdet ederdi.[16]

Efendimiz’in teni; pembemsi beyaz[17], ipek gibi yumuşak ve parlaktı. “Hilye-i Saâdet”in müellifi Hakânî Mehmet Bey; bu hâli târif ederken;

“Rengi rûyı gül ile yek-dîl idi,

Gül gibi kırmızıya mâil idi.

Kaplamıştı yüzünü nûr-ı sürûr,

Sûre-i Nûr idi ya matlâı nûr”[18]

demiş; Enes b. Mâlik (r.a.) ise; “Resûlullah(s.a.v.)’ın elinden daha yumuşak ne bir atlasa, ne de bir ipeğe dokunmadım.”[19] ifâdesini kullanmıştı.   

Efendimiz’in yüzü hafifçe yuvarlaktı[20]; dolgun ya da şişman olmadığı gibi, kuru ve zayıf da değildi.[21] Cemâlinin beyazlığı içinde, yanaklarının pembeliği göze çarpardı. Mübârek bedeni ve teri  “Gül, Muhammed teridür”[22] mısrâının  ifâde ettiği üzre çok güzel kokar ve bu hâl yaşı ilerledikçe âdeta tâzelenirdi. Terlediği zaman, inci gibi olan teri[23]; teninin üzerinde şebnemler konmuş pembe bir gülü hatırlatırdı.

Alnı açık ve geniş[24] olup, ortasında dâimâ bir ışık parıldardı.[25] “Sanki Güneş, O’nun alnından süzülürdü.”[26]  “Bedr-i ruhsârı kamer gibi idi.”[27], yâni sîması ayın ondördü gibi parlardı.[28] Mübârek çehresi çok aydınlık ve nur-efşân idi. Hz. Âişe (r.anha) Vâlidemiz de bu hâli dile getirirken; “Resûlûllah(s.a.v.)’ın yüzü o kadar nur saçardı ki, gece karanlığında ipliği iğneye O’nun yüzünün aydınlığında geçirirdim.”[29] ifâdesini kullanmışlardı…

Sevgili Peygamberimiz(s.a.v.)’in başı, bedeniyle mütenâsip olup, büyükçeydi.[30] Saçları, ne pek düz, ne de kıvırcıktı, hafifçe dalgalı ve siyahtı.[31] Efendimiz’in saçları, bâzen kulak hizâsına kadar uzar, bâzen de kulak memesini geçer ve omuzlarını döverdi. O, saçlarını çok temiz tutar ve tarardı. Saçları kendiliğinden iki bölük olduğunda tabiî hâline bırakır, özellikle bir tarafa ayırmazdı.[32] Sakalı gürdü, fakat uzun değildi.  Saç-sakal bakımını hiç ihmâl etmez, sakalını bir tutamdan fazla uzatmazdı.[33] Kur’ân’ın emirleri, özellikle kıyâmet ve âhiret ile ilgili âyetler Allah Resûlu(s.a.v.)’nin saç ve sakalının ağarmasına sebep olmuş; Efendimiz bir Hadîs-i Şerîflerinde “Saçımı; Hûd, Vâkıa, Mürselât, Amme ve İze’ş-şems Sûreleri ağarttı.”[34]  Buyurmuşlardı. Bu dünyaya vedâ ettiklerinde, saçında ve sakalında yirmi kadar beyaz tel vardı.[35]

Gözleri büyükçe ve çok güzel, beyazı tam beyaz, siyahı simsiyahtı.[36] İlâhî aşkın esrârıyla, bâzen gözlerinde bir kırmızılık oluşurdu. Kirpikleri; sık, uzun ve siyahtı.[37] Gözlerinde kudret eliyle ezelde çekilmiş bir sürme vardı.[38] Yatarken gözlerine -gözü kuvvetlendirdiği için- sürme çeker ve bunu tavsiye ederdi.[39] Gözleri, geceleyin de gündüz gibi görürdü. Neşelendiği ve ferahladığı zaman gözlerini yumardı.  Kaşları hilâl biçiminde, ince ve uzundu.[40] İki kaşı birbirine yakındı, ama çatık kaşlı değildi.[41] İki kaşının arasında bir damar vardı ki, hiddetlendiği zaman kabarır ve görünürdü.[42]

Burnu; çehresiyle uyumlu, ince uzun ve zarîf[43] olup, iki kaşına yakın olan kısmı hafifçe yüksekti.[44] Burun delikleri ölçülüydü. Hisleri ve duyu organları fevkalâde kuvvetliydi. Tabiî büyüklükte olan kulakları çok uzaktan işitir ve gözleri kimsenin göremeyeceği mesâfeden görürdü.[45]

Ağzı ne çok büyük, ne de çok küçüktü. Dişleri aralıklı olup, üst üste değildi; inci gibi beyaz ve parlaktı.[46] Her tebessüm edişinde ön dişleri inci tânesi gibi ışıldardı.[47]  O, hayâsı sebebiyle kahkahayla gülmez, sâdece tebessüm ederdi.[48] Sahâbîlerin ifâdesiyle; “Resûlullah (s.a.v.), örtünme çağına girmiş bir genç kızdan daha utangaç ve hayâlı idi.”[49]

Yaratılış olarak yumuşak tabiatlı ve güler yüzlü bir insandı, fakat dâimâ tefekkür hâlindeydi.[50] Bu mevzûda Abdullah b. Haris  (r.a.); “Resûlullah(s.a.v.)’tan daha çok tebessüm eden bir kimse görmedim.”[51] ifâdesini kullanmıştı. Çehresi hep mütebessim olsa da, efsûnkâr bir hüznün gölgesindeydi... 

Çenesi oval, gerdanı bembeyazdı. Boynu, ne uzun, ne kısa olup, saf mermerlerden yapılan heykellerin boynu gibi güzel ve gümüş berraklığındaydı.[52]

Göğsü geniş ve omuzlarının arası açıktı.[53] Omuzları, dizleri ve bilekleri kemikli, mafsalları kalındı.[54] Omuz başlarında, pazılarında ve göğsünün üst tarafında az sayıda kıl mevcuttu.[55] İki kürek kemiğinin ortasında sağ omzuna yakın bir yerde nübüvvet mührü vardı.[56] Bu mühür; siyaha çalan kırmızımtırak, üzerinde tüyler bulunan güvercin yumurtası büyüklüğünde bir bendi.[57]

Pazıları kalın, bilekleri uzun, el ayaları geniş, elleri ve parmakları enli ve uzunca[58] olup, çok lâtif görünümlüydü. Câbir b. Semürâ(r.a.)’nın ifâdesine göre; “En sıcak günlerde bile Peygamberimiz(s.a.v.)’in elleri serin olur ve teni misk gibi kokardı.”[59] Enes b. Mâlik  (r.a.) ise; “Resûlullah(s.a.v.)’ın kokusundan daha güzel bir misk ya da amber koklamadım.”[60] derdi. 

Efendimiz; ne şişman, ne zayıftı[61]; heybetli ve eti sıkıydı. Karnı ile göğsü aynı seviyedeydi.[62] Göğüs çukurundan göbeğine kadar bir çizgi hâlinde kıllar uzanırdı ve göbeği yuvarlaktı.[63]

 Pazısı kollarıyla, uylukları da ayaklarıyla uyumluydu. Uzuvları kuru ya da şişman olmayıp, dolgun görünümdeydi.[64] Ayakları irice, parmakları hafif etli, ayağının altı düz değil, hafifçe çukur, üstü ise son derece düzgün ve pürüzsüzdü.[65]  

Velhâsıl-ı kelâm Sevgili Peygamberimiz (s.a.v.); dengeli bir vücuda, kusursuz bir fizîkî yapıya ve çok güzel bir sîmaya sâhipti.  Allah Resûlü (s.a.v.); “elif” gibi yalın, “mim” kadar seçkin, “ha” gibi heybetli, “dal” misâli derûnî ve görenleri “Aman Allah’ım!” dedirtecek ölçüde nûrâniydi… Efendimiz’in hilyesini nakleden Hz. Ali (r.a.)’nin söylediği son hüküm cümlesi[66] gibi; O’nu tanıyan herkesin, O’nun yüce haslet ve meziyetlerini anlatmak isteyen bütün sahâbîlerin ortak ifâdesi; “Ben ne O’ndan önce, ne de O’ndan sonra O’nun bir benzerini görmedim.”[67] olurdu.  

Yazımızı, Sevgili Peygamberimiz(s.a.v.)’in mübârek vücutlarının nur olup, gölgesinin yere düşmediğini muhteşem mısrâlarla dile getiren ve;

“Sâyesi düşmez yere bir böyle nahl-i Tûr’sun
Mihr-i âlem-gîrsin başdan ayağa nûrsun”[68]

diyen Itrî’nin bir beyitiyle bitirirken; Cenâb-ı Allah’a sonsuz hamd ü senâ ediyor, Allah Resûlü(s.a.v.)’ne de binlerce sâlat ü selâm gönderiyoruz.

Ve Hayreddin Karaman’ın “Şemâil” şiirinden bir kıt’ayla hatm-i kelâm ve arz-ı hâl ediyoruz: 

“Zâtının nurundan vermiş Sana can
Hilkate rûhunla başlamış Rahmân
Yusuf'ta yok Sende olan hüsn-ü ân
Ahlâkındır Senin mûcize Kur’ân

Âlemlere rahmet cemâlin göster,
Kölen rahmetine sığınmak ister...”[69]

                                                                                                      Dr. Mehmet GÜNEŞ



[1] Mehmet Âkif Ersoy, Safahat, Bir Gece, 499
[2] Tirmîzî, Kıyâme 42; Hanbel, Müsned, V, 451
[3] Osman Nûri Topbaş, Emsâlsiz Örnek Şahsiyet Hz. Muhammed Mustafâ, 44
[4] Kemâl Edib Kürkçüoğlu, Der Na’t-ı Sultânü’l-Enbiyâ, Osman Nûri Topbaş, Rahmet  Peygamberi’nden Rahmet Esintileri,   

  166-167
[5] Ali Yardım, Peygamberimizin Şemâili, 49
[6] Müslim, Fedâil, 108
[7] Ahmet Cevdet Paşa, Kısâs-ı Enbiyâ, II, 5-9
[8] Tirmîzî, Şemâil 39-57
[9] Nesâî, İstiâze 41, 42; Tirmîzî, Da’avât 41
[10] İbn-i Sa’d, Et-Tabakâtü’l-Kübrâ, I, 229-230
[11] Osman Nûri Topbaş, Rahmet Peygamberi’nden Rahmet Esintileri, 164
[12] İbn-i Sa’d, a.g.e., I, 410-413
[13] Tekvîr, 81/21
[14] İbn-i Sa’d, a.g.e., I, 423,424
[15] Buhârî, Menâkıb 23; Müslim, Fedâil 191; Tirmîzî, Şemâil 42
[16] Rıfat Oral, Hz. Peygamber’in Fizîkî Görünüşü, 28
[17] İbn-i Sa’d, a.g.e., I, 422
[18] Hakânî Mehmet Bey, Kâne Rasûlullâh, İskender Pala, Hilye-i Saâdet, 44, 205 ve 206. beyit
[19] Hanbel, Müsned, III, 228, 270
[20] İbn-i Sa’d, Et-Tabakâtü’l-Kübrâ, I, 410-413; Tirmîzî, Menâkıb 18
[21] Tirmîzî, Menâkıb 8; Hanbel, a.g.e., I, 127
[22] Yunus Emre, Güldeste, Sordum Sarı Çiçeğe, 209
[23] Buhârî, Menâkıb 23; Müslim,  Fedâil  81
[24] İbn-i Sa’d, a.g.e., I, 412
[25] Taberânî, Mûcemu’l-Kebîr, XXII, 155-156
[26] Hanbel, a.g.e., II, 350
[27] Hakânî Mehmet Bey,  İskender Pala, a.g.e., 397. beyit
[28] Tirmîzî, Şemâil, 48; İbn-i Sa’d, a.g.e., I, 423,424
[29] Osman Nûri Topbaş, Rahmet Peygamberi’nden Rahmet Esintileri, 149
[30] Beyhâkî, es-Sünenü’l-Kübrâ, VII, 41
[31] Tirmîzî, Menâkıb 18; İbn-i Sa’d, a.g.e., I, 42
[32] İbn-i Sa’d, Et-Tabakâtü’l-Kübrâ, I, 423-424; Tirmîzî, Şemâil 48
[33] Hakîm, Müstedrek, III, 10-11; İbn-i Sa’d, a.g.e., I, 229-230
[34] Hanbel, Müsned, II, 184; İbn-i Sa’d, a.g.e., I, 435
[35] Müslim, Fedâil 109;  Tirmîzî, Şemâil 1-7
[36] İbn-i Sa’d, a.g.e., I, 229-230
[37] Tirmîzî, Menâkıb 18; Hanbel, a.g.e., II, 448
[38] Tirmîzî, Şemâil 92-99
[39] Hanbel, a.g.e., I, 354
[40] Taberânî, Mûcemu’l-Kebîr, XXII, 155156
[41] İbn-i Sa’d, a.g.e., I, 412
[42] İbn-i Sa’d, Et-Tabakâtü’l-Kübrâ, I, 423-424
[43] Beyhâkî, es-Sünenü’l-Kübrâ, VII, 41
[44] İbn-i Sa’d, a.g.e., I, 410, 423, 424
[45] Tirmîzî, Şemâil 92-99
[46] Tirmîzî, Şemâil 48
[47] Dârimî, Sünen, Mukaddime, I, 10
[48] Nesâî, Sünen, IV, 261
[49] Buhârî, Edeb 72; Müslim, Fezâil 67
[50] Heysemî, Mecma’uz-Zeva’id, VIII, 273-274
[51] Hanbel, Müsned, IV, 190-191; Buhârî, Sahîh-i Buhârî Muhtasarı, IX, 277
[52] İbn-i Sa’d, a.g.e., I, 410
[53] Tirmîzî, Şemâil 48
[54] Tirmîzî, Menâkıb 18
[55] İbn-i Sa’d, a.g.e., I, 229-230; Hâkim, Müstedrek, III, 10-11
[56] Hâkim, Müstedrek, II, 631; İbn-i Sa’d, Et-Tabakâtü’l-Kübrâ, I, 415-427; Tirmîzî, Şemâil 58-63
[57] Müslim, Fedâil 108
[58] İbn-i Sa’d, a.g.e., I, 413-414; Müslim, Fedâil 80
[59] Müslim, Fedâil 80
[60] Hanbel, Müsned, III, 228; Buhâri, Menâkıb 23
[61] Hâkim, a.g.e., III, 10-11
[62] Taberânî, Mûcemü’l-Kebîr, XXII, 155-156
[63] Tirmîzî, Şemâil 52
[64] Hâkim, a.g.e., III, 10-11
[65] İbn-i Sa’d, a.g.e., I, 422
[66] Hanbel, a.g.e., IV, 281; Buhârî, Menâkıb 18; Müslim, Fedâil 91
[67] M. Âsım Köksal, İslâm Tarihi Mekke Devri, 9-14
[68] Itrî, Na’t
[69] Hayreddin Karaman, Dert Söyletir-Şiirler, Şemâil,