İnsan olmanın en önemli vasıfları; soran, sorgulayan, düşünen, düşüncelerini belli bir süzgeçten geçirdikten sonra paylaşmasıdır. Önyargıdan uzak, meseleleri irdeleyerek kanaat ortaya koyabilme yeteneği gösterebilmesidir.

Tv ekranlarının başına oturduğunuzda her platformda en az iki ve altı civarında kişinin avını kovalamak için fırsat kollayan tazı misali sinsice karşıdakini/karşıdakileri izler görmek gına getirdi. Gündemin önemli meselesini ele alıp izleyicilerini bilgilendirmek/aydınlatmak amaçlı olduğu zannedilen oturumlar, taraftarları çoğaltma veya kaybetmeme adına konuşma zorunda olan ve ekranların değişmeyen figürlerini izlemek illallah dedirtti. Gece sabahlara kadar izlenen sohbet/tartışma programlarının yerini bizimkileri temize çıkarma, ötekileri alaşağı etme oturumlarına dönüştü. Aklı başında olan kaç kişinin bu insanları uzun süre izleyebildiğini merak ediyorum.

İşte bu noktada, insan olma vasfını kaybederek piyon durumuna geçmiş insanlarla karşı karşıya olduğumuzu söylemek durumundayız. Bütün gayreti başkasının menfaatlerine uygun yaşam sürdürür hale gelen, özgün kişiliğini kaybetmiş insanların, görevlerini ifa ettiklerini zanneden sözde düşünürlerle kar karşıyayız.

Bu halde olan insanlara günümüzde her ortamda rastlamak mümkündür. Onlar için iyi/kötü, başarı/başarısızlık, güzellik/çirkinlik (İkilemleri, istenildiği kadar çoğaltmak mümkündür.) gibi benzer ikilemleri kendi keyfi durumlarına uygun bir şekilde kullanmaktan imtina etmezler.

“İnsan böyle bir duruma nasıl düşer veya neden tenezzül eder?” diye bir soru akla gelebilir. Bunun asıl kaynağı, insanda var olan; ait olma, birlikte olma, güç birliği oluşturma gibi çok doğal insani tavırlardan kaynaklanabilir. Buraya kadar herhangi bir sakıncası yoktur. Sakınca olanı; kişinin bireysel yetersizliğinden, aklını kullanabilme becerisi gösterememesinden, kendisinde irdeleme ve sorgulama gücü bulamamasından dolayı inandığı kişi/grupların takipçiliğine soyunmasıyla ortaya çıkar. Güçsüzlüğünün ve idraksizliğinin telafisini bir yerlere gözü kapalı bağılılık göstermekte bulur. Bu noktadan itibaren de kişilik kaybı oluşmaya başlar.

Benzer durumlar; ideolojilerde, siyasi ortamlarda, spor takımı tutmalarda hatta her türlü grup ve topluluklarda yer alabilme niyetlerinde görülebilir. Taraf veya tarafgir olarak sürdürülen ilişkiler bir noktaya kadar, aidiyet duygusunu yaşayabilmenin ihtiyacından kaynaklandığı için çekilir hâle gelebilir. Kişinin özgür iradesinin gereği olarak da kabul edilebilir. Bağnazca tarafgirliğe dönüştüğünde ise durum çekilmez hâl alır; kişi bireyselliğini kaybetmiş, bir sürünün elemanı olmanın da ötesinde körü körüne bir girdabın içine yuvarlanır duruma girmiş demektir

Gerçek hayatta bunun yansımalarıyla her an karşı karşıya kalınmaktadır. Bir arkadaş grubu veya bir toplantıda ağızdan çıkan kelimenin ne olduğuna dahi bakılmadan, konuşan kişinin ne söylediği veya ne söyleyeceği daha ortaya çıkmamışken birilerinin karşı gardını aldığını görürsünüz. Konuşanın sözünü tamamlayabilmesi beklense belki de karşı çıkmasına gerek kalmayacak ancak cümlenin ortasından kopararak karşı savunmaya geçmek gibi abes duruma düştüğünün farkında olmamaktadır. Bunu televizyon oturumlarında sıklıkla görüldüğü gibi, sosyal medya paylaşımlarına yapılan yorumlarda da sıklıkla karşılaşılmaktadır. Duyduğu veya okuduğu üzerine fikir üretemeyenler, yeni yorum getiremeyenler sırf farklı bir şey söylemiş olmak için beynini ipotek ettiği noktalardan ezberinden kalan slogan vari kelime ve cümleleri peş peşe sıralamaya başlamaktadır. Merkezdekilere mesaj gönderme kaygısıyla yola çıktığı için söyledikleriyle anlam kargaşası yarattığı, onun için hiç önemli değildir.

Takip ettiği kişi/kişilerin bir önceki söylediğine inanarak alkışlayıp desteklerken kısa bir müddet sonra ilk sözü söyleyenin tam zıt bir anlatımda bulunduğunda da benzer şakşakçılığı yapmakta hiçbir sakınca görmemektedir. Bu tutum, insanların özgür olmadıkları ortamların davranış biçimidir. Kişi, aklını ve iradesini devre dışı bıraktığında, yaratılışında var olan özgür yapısından bahsedebilmek mümkün değildir. Allah, idrak ve izanını kaybetmişlerden insanımızı uzak eylesin…

FARKINDALIK BİLİNCİ

İnsan, ne Aristo’nun söylediği gibi “konuşan / düşünen bir hayvan” ne de Eflatun’un söylediği gibi “siyasal bir hayvan”dır. İnsan, mükemmeli arayan, bireysel olmaktan çok bir topluluğun mensubu olarak hayatını sürdüren, toplumsal hayat ile ilgili bilinç taşıyan, kendi üstündeki kuvvet/kudreti tanımak isteyen bir varlıktır. Yaratıcıdır ve bu sayede özgürlüğünü ifade eder; değişim ve gelişimcidir, yaşanan her güne damgasını vurmak ister; geçmişine hasret duyarken gelecek için ümit vardır.

İnsan, var olduğu günden beri kendini aramaktadır, her defasında kendi yapısı ile ilgili daha fazla bilinmeyenle karşılaşmaktadır. Bu durum, merakını kamçılamakta ve daima ileriye geçebilme arzusunu körüklemektedir. İnsanın kendisini araması her yeni basamakta bir başka yönünü keşfetmesidir. İnsan; diri, bilen, irade sahibi, yapabilen, işiten, gören, düşünen ve konuşan bir varlıktır. Bu varlığın, kendisiyle ilgili geliştirebildiği farkındalık bilinç düzeyi, o nispette hayatını anlamlı yaşamasına katkı sağlayacaktır.

Bu kitap, insanın kendini tanımasına, yeteneklerini keşfetmesine ve farkındalık bilinci oluşturmasına katkı sunmayı gaye edinmektedir.