Her şeyin her şeyle bağlantılı olduğu, milyonlarca sebepler zincirinin irademizi kullanarak ortaya koyduğumuz bir hareketimizle oluşmaya başladığı, yaprağın ağaçtan koparak savrulmasının rüzgara, rüzgarın hava basıncına, hava basıncının sıcaklığa, sıcaklığın dünyanın hareketine, dünyanın hareketinin zamana, zamanın harekete bağlı olduğu bu hareketin de ancak bir mekanla açıklanabileceği bir evrende yaşıyoruz. “Her şey enerjidir ve her şey yalnızca bundan ibarettir” diyen Einstein, cismin zamanla, zamanın cisimle, mekanın hareketle, hareketin mekanla yani hepsinin birbiri ile bağlantılı olduğunu izafiyet teorisi ile ileri sürer.
Sıradanlık; hayata kendine dair iz bırakmak, eşsiz bir tecrübe kaydetmek, varoluş sancısını enerjiye dönüştürüp bir şey, yeni bir şey üretmek, yapmak iddiasında olan, kaybolup gitmek istemeyen, yok olma korkusu yaşayan, varlık aleminde varlığının nedenini sorgulayan bir insanın kolay tahammül edebileceği bir şey değildir. Sıradanlık ötekine benzemek, öteki gibi olmaktır. Bu durum kavramlarımız, tanımlamalarımız, kelimelerimiz için de geçerlidir. Sıradanlık biraz da çoklukla açıklanabilecek bir şeydir. Az olan sıradan sayılmaz mesela. Çünkü az olana her yerde rastlanmaz. Az olan farklı olandır, az olan rağbet gören, dikkat çekendir çoğu yerde. Toplumun tepkisini çeken eylem azdır. İnsanın dikkatini çeken söz azdır. Temel bir iktisadi prensiptir ve hayatın her alanında da uygulama kabiliyeti vardır; “Kıymet nedrete, kıymetsizlik vefrete tabidir.” Bir şey ne kadar azsa o denli kıymetli, ne kadar çoksa o derece kıymetsizdir.
Yaratıcılık insanın ruhunda olan bir meziyettir. İçimizdeki eşsiz ruhun bir tezahürüdür. Ve insanın yaratıcılığı çoğu zaman çaresizlik anlarında gün yüzüne çıkar. Çünkü insan, en çok çaresiz olduğu zamanlarda çözüm üretmeyi arzu eder. Bu arzusunu enerjiye dönüştürebilirse bir yaratım sürecini başlatır. Bu yaratım sonucunda illaki bir sanat eseri ortaya çıkmak zorunda değildir. Şunu da kaydedelim; hem itirazları karşılamak hem de kastımızı açıklığa kavuşturmak için; Yoktan bir şeyi yaratmak ile varolan şeylerden bir şey inşa etmeyi bir birinden ayırmak gerekir elbette. Arapçada dilimize yaratmak olarak çevrilen bir çok kelime vardır; bedea, fatera, enşa’a, haleka bunlardan bir kaçıdır. Dolayısıyla insanın yaratıcılığıyla Tanrı’nın yaratıcılığı farklıdır.
İçimizdeki yaratıcılığın açığa çıkması için belki de hayatın üstümüze üstümüze geldiği zamanlardan geçer, türlü sıkıntılarla boğuşmak zorunda kalırız. Her şeyin yolunda olduğu zamanlarda kimse kendiliğinden harekete geçip zihnini, bedenini yoracak, zamanını alacak ve enerjisini tüketecek bir işe kalkışmaz ve bununla uğraşmaz. Bazen bir sağlık sorunuyla mücadele etmek, bazen kariyer basamaklarında önümüze konulan bir engelle boğuşmak bazen de başka şekillerde karşı karşıya kaldığımız güçlükle baş etmek durumunda kalırız. Ama bunların aslında bizde neye, nereye tekabül edeceğini öngöremeyiz. Ruhumuzdaki çağrışımlarını tahmin edemeyiz. Aslında engel olanın, sorun olanın bizdeki katma değerini bunları aştıktan sonra farkederiz çoğu zaman. Bunu da yapamıyorsak Cahit Koytak’ın “Harranlı Leon’dan Konsül Nabius’a Pisagoresk Bir Mektup” şiirini okuyabiliriz mesela; “...katırın inatçıysa;/ ya ağırdan alıyor ya da sık sık/ sırtından atıveriyorsa seni,/ hırsından kendini yemen/ çare olmayacaktır, dostum.// Yaşlı dostunu dinleyecek olursan,/ bu duygu üzerine çöreklendiği zaman,/ katırını hemen yolun kenarına çek,/ mümkünse bir ağacın altına.../ ve orada oturup, ne yap, biliyor musun,/ orada oturup kendini tutmadan ağla!/ doyana kadar ağla!/ bir başlangıç olarak/ belki de ağlamanın tadını,/ kendine acımanın bu küçük,/ fakat sahici şiirini/ keşfetmiş olacaksın, böylece...”
Nikos Vertis’in “Thelo Na Me Nioseis” adlı parçası muhteşemdir bu arada. Dördüncü defa başladığında bunu yeniden farkettim. Neyse... Kimse sıradan değildir. Herkes eşsiz ve özeldir. İnsanı sıradan kılan kendi tercihleri ve yapıp ettikleridir. Hareketle, zamanla ve mekanla ilişki kuran, mekana ve hareketine göre zamanı yavaşlatabilen, zamana anlam katabilen insan, zamanı kuşatan, maddeden ve dolayısıyla enerjiden ilham alan insan, sadece tercihidir; tercihi kadardır. “Hangi frekansta olduğumuz ne yöne gideceğimizin ipucunu verir, elbette bizi yola çıkaran da bu frekansla kurulan bağdır. Hangi frekansta olduğumuzu çoğu zaman neye maruz kaldığımızla açıklayabiliriz...ve burada tercih devreye girer, aslında sözün özü –santrançtaki gibi- 8 hamle sonra hangi duygulara maruz kalacağımıza bugün hangi durakta beklediğimizle karar veririz” diye yazmışız “Yolculuk Nereye?” adlı yazımızda insanın şuandaki tercihinin önemini dikkate vermek için.
“...Bu fena gülzarına bülbül olanlar anlamaz/ Vech-i baki hüsnüne hayran olan anlar bizi...” dedi Niyâzî-i Mısrî. Anlamak için fani olan gül bahçesinde bülbül olmak değil, Baki olanın güzel yüzüne hayran olmak lazım geliyor. Buraya varmak için de elbette içimizde bizi keşfe çıkaracak istikamette, bizi keşfe çıkaracak aracın geçeceği zamanda, geçeceği durakta bulunmak lazım geliyor. Siz şimdi hangi duraktasınız?