Karakoç’un şiirlerinde basit gibi görünen öyle derin ifâdeler vardır ki, içine girip anlam denizinde ilerlediğinizde, nice derinliklerle karşılaşır ve “sehl-i mümtenî”nin en mükemmel örneklerine şâhit olursunuz.
Karakoç'un şiirlerini okuduğunuzda; suskun kalmış ve unutulmuş kekik kokulu nice kelimelerle tanışır, Türkçemizin nisyâna terk edilmiş bazı sözlerinin sizlere tebessüm ettiğini, can çekişen bâzı kelimelerin de adeta yeniden hayat bulduğunu görürsünüz.
Abdurrahim Karakoç’un şiirlerinde; gürül gürül akan bir söyleyiş, çok güçlü bir anlatım, dolgu malzemesi olmayan mısrâlar, bir sülüs hat güzelliğindeki görkemli bir zarâfet, çok içli bir hissiyât, özellikle lirik şiirlerinde rûhumuza bir meltem serinliği veren ve gönülleri aşka getiren muazzam bir şiiriyet vardır.
O, kelimeleri bir kuyumcu titizliğiyle şiirlerine taşımış, müzikalitesi çok yüksek ses ve söz armonileri yakalamış, bunlardan derin anlamlar tedâî ettiren çok farklı tanımlamalar ortaya koymuştur.
Abdurrahim Karakoç, sıradan kelimelerden çok çarpıcı ve hiç kullanılmamış mükemmel terkipler ortaya koymuştur. O, şiirimize; yeni sesler, yeni söyleyişler, yeni mazmunlar, yeni tasvir ve terkipler katmış, modern ifâde tarzının hârika mısralarını karşımıza çıkartmış, bu da onu Türk şiirinin “Beşinci Mevsimi”nden seslenen çok özel bir şâir yapmıştır.
Abdurrahim Karakoç’un şiirleri; halkımızın hislerine, sıkıntılarına, dertlerine, öfkelerine, özlemlerine, hasretlerine, sevdâlarına, aşklarına, inançlarına ve buram buram Anadolu kokan duygularına tercüman olduğu ve insanımızın yürek yangınlarını çok sarsıcı, etkileyici ve güçlü ifâdelerle dile getirdiği için çok sevilmiştir.
Karakoç’un aşk ve sevdâ şiirleri gibi, gurbet ve memleket şiirleri, sosyal ve siyâsî şiirleri, destânî ve irfânî deyişleri de -sağdan sola- herkes tarafından çok büyük zevkle okunmuş ve dilden dile dolaşmıştır.
Zâten Abdurrahim Karakoç; sevilen ve yazıları tâkip edilen bir erbâb-ı kalem olduğu gibi, şiirleri de en çok ezberlenen ve en çok bestelenen şâirler arasındadır.
Abdurrahim Karakoç’un “Hasan’a Mektuplar” ve “Vur Emri” gibi kitapları da, -şiir kitapları arasında- yakalanması çok güç olan ve ender-i nâdirattan sayılan baskı sayılarına ve adetlerine ulaşmayı başarmıştır.
Karakoç’un şiirleri; halkımızın vicdânının sesi, gönül dünyamızın aşk hazînesi, irfânımızın bilge nefesi, zulme karşı kıyâmın besmelesi, Anadolu’nun mertlik öfkesi ve bu toprağın isyan çığlığı olmuştur. Çünkü o; zâlime, zulme, haksıza ve haksızlığa “muhalif” olan ve inanmadığı hiçbir şey hakkında “serd-i kelâm etmeyen” bir ediptir. O; kıvrak bir dille kaleme aldığı siyâsî taşlamaları, ince ve keskin bir zekâ ürünü olan ve taşı gediğine oturtan mükemmel hicviyeleriyle de haklı bir ün kazanan çok büyük bir heccâvdır.
Karakoç; hayat gâyemiz olan İslâmiyet ile hayatımızın gerçeği olan Türklüğü baş tacı yapmış ve kalemini, kelâmını, sanatını Müslüman Türk milleti için vakfetmiştir. O’nun yüreği, “Kar koysan kor olur aşkın külüne” dedirten bir sevdâ yemini; gönlü, Mekke’den İstanbul’a, Medîne’den Buhara’ya, Üsküp’tan Kerkük’e, Altaylardan Tuna’ya, Elhamra’dan Kudüs’e yol bulan mukaddes aşkların meskeni ve her bir mısraı Anadolu insanının sesidir.
Karakoç; kalplere ve zihinlere “mıh gibi” kazınmış dizeleri ve geniş kitlelerce ezberlenmiş şiirleriyle ardında çok önemli eserler bırakmıştır. O bir dâvâ adamı olarak, inanç ve ideâllerini; şiirlerine, yazılarına ve hayatına hükümrân kılmış ve yazdıklarıyla Türk-İslam Ülküsü’nü birkaç neslin gönül gönderinde dalgalandırmıştır.
Abdurrahim Karakoç’un şiirleri kendi yüreğine doğru yürümesiyle işittiği âşina seslerden ve sevdâ gergefinde doyumsuz bir aşkla dokuduğu ışıklı nağmelerden oluşan bir şehrâyindir.
Karakoç’un şiirlerini okuduğumuzda sıkıntılarımız dağılır, gönlümüz coşar ve her bir mısraın oluşturduğu farklı bir rüzgârla yüreğimiz yelpâzelenir… Söylemek isteyip de dile getiremediğimiz duygular en güzel ve en etkili ifâdesini onun şiirlerinde bulur, öfkemiz ve sükutsuz isyanınız onun mısrâlarında dile gelir, dizelerdeki parıltılar rûhunuzu aydınlatır, ümîdinizi artırır ve heyecânınızı kıyâma durdurur…
Abdurrahim Karakoç; “Bir Güzel Ülkü”ye âşık, “Anamızın ağzımızdaki ak sütü” olan güzel Türkçemiz gibi azîz vatanımıza, Türk ve İslâm Dünyası’na da yürekten sevdâlı bir gönül adamıdır. O aynı zamanda; O; “Evinin her penceresi Kıble’ye açılan bir büyük şâir”, “kendisini her saat musalla taşında yatarken seyreden bir gâzi-derviş” ve “Gül” aşkıyla yanıp tutuşan bilge bir alperendir. Fakat bunların hepsinin üstünde ve ötesinde ancak yüzyılda bir yetişen çok büyük bir şâirdir…
Vefâtının 12. sene-i devriyesinde Üstad Abdurrahim Karakoç’u rahmet, hürmet, minnet ve hasretle yâd ediyor; en netâmeli dönemlerde bile gözünü daldan budaktan, sözünü aslâ dudaktan sakınmayan, zâlimler karşısında kalemini Zülfikâr gibi kullanan ve;
“İslâmlık Miraç’tır, Ülkü sancaktır,
Bu mübarek yoldan dönen alçaktır.” diye haykıran bu yiğit insanın rûhu için el-Fâtihâ diyorum.