Asırlara varan haksızlıklara uğramanın sancısı hangi kelimelerle ifade edilebilir?  Hangi roman, hangi resim, hangi müzik acıyı bombaların yağdığı bir yeryüzü coğrafyasının adını anmak kadar acı ve gerçek bir şekilde anlatabilir?

Hangi çaresizlik, çocuğunu kurşunlardan bir demir varilin arkasından eliyle korumaya çalışan babanınki kadar yüreğe işleyebilir? Hangi sahipsizlik narkozun olmadığı, sedyenin olmadığı, yatakları dolu olduğu için bir hastanenin beton koridoruna uzanık bir şekilde dururken başına bombaların yağması kadar acı verebilir? Sadece çaresizlik midir hain bir kurşunun isabetiyle yaralanan bir annenin başından bir an olsun ayrılamayan ufacık bir çocuğun hissettiği?

Toplanıyoruz, kaygılanıyoruz, endişe duyuyoruz, kınıyoruz, insanlık suçu işleniyor diyoruz, lanetliyoruz, slogan atıyoruz…sonra? Yavaşça sıcak yuvalarımıza dönüyoruz!

Hangi slogan kahreder kahrolması gerekeni? Hangi özlü söz, hangi nutuk, hangi bol alkışlı konuşma metni bir kurşunun yönünü değiştirebilir? Hangi feryat, hangi haykırış hastane avlusunda oynarken başına bombalar yağan bir çocuğun elini tutabilir, O’nu o can pazarından çekip kurtarabilir? Hangi toplantı, hangi endişe, hangi kınama, 11 yaşındaki bir kız çocuğunun ağabeyini haksız yere gözaltına alan silahlı askerlere yumruğunu kaldırıp, göğsünü gere gere meydan okuması kadar haysiyetlidir?

Bayraklar açıyoruz, sövüyoruz, mitingler düzenliyoruz, yeniden dinlemeye başlıyoruz Grup Yürüyüş’ün, Ömer Karaoğlu’nun marşlarını. Kan, keder, çaresizlik ve sahipsizlikle kaderi yazılmış coğrafyanın adı her anıldığında sol yanımızda insanlık namına ne kalmışsa bir parça sızlıyor. Evet.

Hangi sızlanma dindirir peki, evinden, barkından, yurdundan sürülen; atılan bir bombanın iki çocuğunu gözlerinin önünde katlettiği bir kadının acısını? Hangi miting meydanında atılan bir slogan kahrolası askerin silahında şans eseri tutukluk yapar ve bir masum o aralıkta şans eseri kurtulur vurulmaktan? Hangi marş mermilerin sesini bastırabilir? Ettiğimiz hangi küfür, hangi beddua fosfor bombalarıyla eli, yüzü, kolu, kanadı yanan, acıyla kıvranan körpe çocukların ahını dindirebilir? İnsanlık namına sol yanımızda kalan son parça ne zaman haysiyetli, vakur, şanlı bir harekete geçebilir?

Elimizde kumanda acıyarak, üzülerek, dua ederek ekranların karşısındayız yine çaresizce. Yine izliyoruz tüm olan biteni dışardan. “Bunu asla unutmayacağız” dediğimiz, “bu sefer başka” dediğimiz o kadar çok şey oldu ki; yarım asırdır her şey aynılaştı, unutmayacağız dediğimiz yeni hiçbir şeye ne yüreğimizde ne de zihnimizde yer kaldı.

Ali Emre ağabeyin şiiri tam da burada içimize işler;
“…kadınlarımızın çığlığında hep acılı bir kuyu
daha çocukken alıp gitmişler bizden uykuyu
ah!
Ne tarafa dönsek kemikleri batıyor bize
yeryüzünün
kiminle şöyle candan kardeşlik etsek
bir kuyudan çıkarıp öbürüne salıyor
Yusuf’umuzu
bu nasıl bir cennet düşü a canlar
cehennemi bir tek bize
üç elma yerine bomba düşer,
ateş yağar evimize
kandilimize kim üfler
kim öper gözlerimizi
üstümüzü kim örter
ölüyoruz işte a canlar
sınırda, aralıkta, ayazda
izâ zulziletil ardu zilzâlehâ”

Dilce konuşup eylemce susulan bu çağda haysiyetli bir direnişin adıdır Filistin. Yeryüzünün gelmiş geçmiş tüm zamanlarına yetecek kadar acının çekildiği, tüm zalimlerine yetecek kadar ahın edildiği yerdir Filistin. Canımız TÜRKİYE, yüreğimiz FİLİSTİN.