Birileri beyinlerinin arka planındakine ulaşmak için bir şeyler söylerken, slogan vari sözlerden etkilenen bir kısım diğer insanlar da onların arkasına düşüp kendilerince bir şeyler yaptıklarını zannediyorlar, Şöyle ki: “Bir gecede cahil kaldık.” diyenlerin sayılarının gün geçtikçe arttığını görmekteyiz. Bunları iddia edenler, sıradan insanlar olsa çok fazla önem arz etmezdi. Kendilerince okuyup yazan, bir şeyler bildiklerini iddia eden insanlardan olması hazin olanıdır. Anlaşılacağı gibi bugün ki dil konusu Arapça dili üzerine olacak.
“Bir gecede cahil kaldık.” iddiasından yola çıkarsak, bin dokuz yüz yirmilere kadar Türk toplumunun tamamı olmasa da büyük bir kesimi Arapça biliyormuş, o dil ile okuma yazmaya hâkimmiş de birileri gelmiş o insanların cahil kalmasını sağlamış gibi hava estiriliyor. Bir defa Osmanlı İmparatorluğu döneminde kullanılan dil Arapça değil, Arap harfleriyle yazılan, Arapça ve Farsçanın etkisi altında oluşturulan Türkçe idi. Etki ve oluşturmanın yan yana gelmesi insanda olumlu çağrışım yapmasa gerektir. Kısaca, kendi dışındakilerin kültür etkisine girmiş demektir. Bir milletin bağımsız ve hür olması kendince ve özgür olmasıyla mümkündür. O takdirde diyebiliriz ki Osmanlıca olarak adlandırılan dil, her ne kadar Türkçe olsa da başka dillerin yoğun etkisi altındaydı. Bunun içindir ki saray çevresi ve çok az sayıdaki devlet görevlisi dışında bu dille okuyup yazabilen kimse yok denecek kadar azdı. Kısaca, genel halk kesiminden bu dile hâkim olan kişi sayısı oldukça sınırlıydı.
Buna rağmen, söz konusu olan ve terk edilen dil değil alfabe, yani harflerdir. Yani Türkçe ses bilgisi (fonetiği)ne uygun olmayan Arap harfleri bırakılmış, Türkçenin fonatiğine uygun olan Latin harflerine geçilmiştir. Bu geçişte hiçbir dilin taklidine tenezzül edilmemiş. Şekil olarak alınmasına rağmen; sesli ve sessiz harflerin sayısı, alt üst noktalama işaretleri gibi şekli, kullanım biçimleri ve ifade tarzları tamamen Türkçeye özgü kurallara uygun hale getirilmiştir. Ortaya Türkçeye has bir yapı çıkmıştır. Buna rağmen eksiklik hissediliyorsa bile önerileri, konunun uzmanlarına havale etmek gerekmektedir.
Eğer kast edilen Kuran okuma konusunda cahil kalındığı ise onların da yüzünden okuma diyebileceğimiz, ezbere okumadan ileri geçilemediği; çevremizdeki insanların durumunu incelediğimizde rahatlıkla anlaşılacaktır. Benzer türde okuma yapanların, okuduklarını anlayabilme gibi bir beceriye sahip olunmadığı hep göz ardı edilmiştir.
Özetleyecek olursak, cahillikten kurtulmak, birlik beraberliği korumak, bilim yapmak için başka dillerin hayalini kurmak beyhudedir. İnsan, en iyi kendi dilinde düşünür ve muhakeme yürütür, tefekkür eder. Bu doğuştan gelen bir meziyettir. Başka dilleri bilmek, o dillerde ortaya konmuş olan eserleri okuma ve bilgi alt yapısını geliştirme açısından önemlidir.
Tarihin derinliklerine inildiğinde, birçok milletin dilini dolayısıyla kültürünü kaybetmesi sebebiyle yeryüzünden silindikleri görülecektir. Yok olmak istemeyenlerin yapacağı en önemli şey; diline sahip çıkmak, çağın gereklerine göre gelişimine katkı sağlamak ve toplumsal farkındalık bilinciyle hareket etmektir. On binlerce yıldır varlığını sürdürdüğü bilimsel verilerle kanıtlanan, yeryüzündeki büyük diye bilinen birçok dile kelime katkısı olan bir dili küçümseyen insanın aklından zoru yoksa kafasında farklı fikirler taşıyor demektir. Dil vasıtasıyla Türk milletinin varlığı ile hesabı var demektir. Bir taraftan İngiliz, diğer tarafta Arap emperyalizminin oyununa gelmemek için Türk dilini başka dillerle kıyaslayıp küçültmekle hiçbir yarar elde edilmeyeceği akıldan çıkarılmamalıdır. Akıldan çıkarılmaması gereken başka bir şey ise; kişinin, her şeyiyle öz benliği kadar var olduğudur. Öz benliğin ses bayrağı ise dildir.