Zamanın değişmesiyle herşeyin değiştiğine hergün tanıklık ediyoruz. Değişim zamanla ve yavaş yavaş gerçekleştiğinden çoğu zaman geriye dönüp bakmadan, değişimin içinde değiştiğimizi, dönüştüğümüzü fark etmiyoruz. Alışkanlıklarımız değişiyor, fikirlerimiz değişiyor ve duygularımız değişiyor. İnsan duyguları değiştiğinde değişir asıl. Bir yerde dinlemiştim sanırım; insan benliği gökyüzünün mavisidir, bulutlar ise fikirleri. Bulutlar bir yerden bir yere savrulabilir ama mavi oradadır. Dinletinin bana sadece mavilikten bahsettiğini hatırlıyorum. Oysa güneş batmaya başladığında ortada bir mavilik kalmaz; bir anda bütün renk ve pitoresk değişir. İnsan benliği yani duyguları fikirleri kadar hızlı değişmez sözümüzün altını çizebiliriz.
Ivan Illich “Şenlikli Toplum”unda “taşıtlar, kapatmaya yaradıklarından daha büyük mesafeler açmaya başlamıştı; toplumun tümü ‘tasarruf edilen’ zamandan daha fazlasını trafik uğruna harcıyordu artık” der. Kredi kartları da hayatımızı kolaylaştırmak ve hızlandırmak için icat edilmişti belki, ama alışveriş sırasında kart şifresini girmek ve kartı verip geri almak için geçen zaman nakit ödemekten daha fazla zaman almaya başlamıştı, kartın şifresini unutmanın bütün sistemi kilitlediğinden bahsetmiyorum bile. -İnsanın sahip olmadığı şey üzerinde hoyratça tasarruf ettiğinin nadide bir örneğidir kredi kartları- Neyse ki temassız kredi kartları icat edildi de hayatımız biraz daha hızlandı. Ama birşeyler eksilmişti hayatımızdan. Marketteki kasiyer genç yüzümüze bakmıyor, barkod sitemi denilen şeyle naylon poşete doldurmaya çalıştığınız ürünleri okutmaya çalışıyordu, ezberlediği “hoşgeldiniz” ve “iyi günler” kelimeleri dışında bir cümle kurmuyordu ve adeta makine gibi kendisine verilen komutu yerine getiriyordu. Benim yaşım müsaittir “bereket versin, bereketini gör” denilen alışverişleri hatırlamaya. Belki zincir marketin kasasında çalışan hızlı ve hırslı gençten bu cümleleri duymayı beklemiyoruz ama makineleşmeye de itiraz etmeye hakkımız olduğunu düşünüyoruz. Bu arada bereket mevzusu matematikle izah edilebilecek birşey değildir, tabi bu bahsi diğer sayılabilir. Ama sayılmayadabilir.
İnsanlardan, yani her yaptığı önceki yaptığına uymayabilecek, insan olduğunu hatırlayıp itiraz edebilecek, duygudan ayrı düşünülemeyecek dolayısıyla ne kadar uğraşılsa da bazen duygusal tepkiler vermesi kaçınılmaz olan bir varlıkla öngörülebilir, verimli, hızlı ve hesaplanabilir bir dünya kurmak zor olduğundan belki de, insanın yapacağı/yapması gereken onca işi makineler yapıyor artık. Ya da makineştirilebilen insanlar daha çok tercih ediliyor sistem tarafından.
Günlük hayatta bankanın ya da GSM operatörünün müşteri hizmetlerini aradığınızda telefonun ucunda bir insana ulaşmak artık ne kadar imkansız bir hal aldı, bunu fark etmişsinizdir. “Lütfen yapmak istediğiniz işlemi bir kelime ile ifade ediniz” neden bir kelime? Benim yapacağım işlem bir kelimeden daha fazlası belki de. Ama sistem bir kelime ile özetlenebilecek kadar pratik, hızlı, seri ve zaman harcamayacak işlem yapmanızı istiyor. Ardından “Size vereceğimiz hizmetin kalite standartları gereği...falan falan.. görüşmelerimiz kayıt altına alınmaktadır” uyarısıyla karşılaşıyorsunuz. Yapabileceğiniz hiçbir şey yok. “Yahu niye benim sesimi, bana ait olan ve üzerinde belki de en fazla sahiplik iddiasında bulunabildiğim kelimelerimi, hizmet vermenin ön şartı olarak önüme koyuyorsun” diye itiraz edilemiyor bu sistemde. George Ritzer’ın “Toplumun McDonaldlaştırılması” kitabında konuyla ilgili bir fıkra paylaşılır, tam olarak vaziyetimizin özeti sayılabileceğinden buraya alıyorum; “Aradığınız kişi –Thomas Watson- şuanda yerinde değil. Mesaj bırakmak için sinyal sesinden sonra lütfen bekleyin. Mesajınızı dinlemek için 7’ye basın. Dinledikten sonra değiştirmek için 4’e basın. Mesajınıza ek yapmak için 5’e basın. Başka birine ulaşmak için yıldız işaretine basıp dört haneli şifreyi tuşlayın. Muzak’ı dinlemek için(bir çeşit fon müziğidir-uö.) 23’e basın. Bu sistemden çıkmak istiyorsanız 0’a basın, ama bir insana ulaşma çabanızın beyhudeliğinden kuşkunuz olmasın; size insan gibi davranıyoruz ya işte!”
İnsanlar olarak bu noktaya kolay gelmedik, bu değişimi kısa zamanda gerçekleştirmedik. Ve bu durum yavaş yavaş sıradanlaştırdığımız için normalleşti, normalleştiği kadar da benimsendi. Hep ileriye(!) bakan kimsenin de dikkatini çekmiyor bütün bunlar. Aklıma “Göğü delen adam” adlı kitaptaki kabile şefi olan Tuavii geldi. Avrupa’yı gezen Tuavii modern insanın bütün “sıradan ve normal” alışkanlıklarını hayretler içinde gözlemler. İbretlik bir kitaptır. Her satırında “ne kadar da haklı” demekten kendimi alamadığım bir kitaptır. Okuma listenize eklemenizi öneririm.
“Farkına var, hiç birşey yapamasan da farkına var” dedi meczup, “Çünkü bulduğunda neyi kaybettiğini hatırlaman gerekecek!”