Milletler tarihi temelleri üzerine hayatiyetlerini sürdürürler. Köklü bir geçmişe sahip olan devletlerin gelebilecek her türlü tehlikelere karşı duruşu ve problemlerin üstesinden gelebilmesi tarihi geçmişinden aldığı güç ve atalarının tecrübeleri sayesinde kolay olur. Sahip olunan şanlı miras her zaman olumlu yönde fark yaratır. O toplumun mensupları bu bilinçle yetiştirilirse millet olma şuuru diri tutulur. O şuurun sürekliliği edebiyat ve sanatla pekiştirilir ve bireylerin zihnine işlendiğinde köklü bir millet ve devlet olmanın dayanağını oluşturur.

Devletler, ilhamını tarihin derinliklerinden alan köklü milletlerin eseridir. Kendi geçmiş kültürel birikimi ve iradesi olmadan kurulanlar ise devlet değil kukla yönetimlerdir. Birilerinin masada çizdiği haritalarla ülke edinirler ancak onu koruyacak köklü bir yönetim tecrübesine ve gücüne sahip olmadıkları için kısa sürede yok olmaya mahkûmdurlar. Onlara kabile devleti demek daha doğru olacaktır. Nihayetinde kendi kabileleriyle baş başa kalabilmeyi başaranlar, güçlü bir devletin kanatları altında önceki hayatlarına devam edebilirler.

Milleti millet yapan tarihin süzgecinden geçmiş gelenek, görenek, töre gibi toplumsal birlikteliği sağlayan kültür birikimidir. Bu birikimi efsane, destan, hikâye, tiyaro, mimari yapı, duygu ve düşüncelerin sanat yoluyla hayat verildiği yapıtlardır. Son yüz yılda filmler ve diziler nerdeyse hepsini kapsayan ve etki alanını genişleten sanat dalları olarak yerlerini almıştır. Bu sanatsal etkinliklerin tümü o milletin kültürel alt yapısını canlı tutar. Devlet bu alt yapının üzerine kurulur ve geliştirerek devamlılığını sağlar.

Sanatın her türlüsü milletin varlık sembolleridir. Buna ne kadar değer verilir ve geliştirilirse devamlılık o kadar garantilenmiş olur. Bunların başında yazılı ve görsel sanatlar en önde görülenidir. Süleymaniye tek başına bir ibadethane değil, döneminin ihtişamını ve gelişmişliğinin bir göstergesidir. Sözel ağırlıklı sürdürülen destan, efsane, masal ve öyküler Türk milletinin günümüze kadar yaşatılmış kültür değerleridir. Çağımızda yazılı hale gelmesi ve devam ettirilmesi geleceğe taşınması açısından daha garantili belgeler haline gelmektedir. Bunları kaleme alanların çok titiz ve dikkatli davranması, vatandaşlık sorumluluğu açısından önemlidir. Bir düşünce kayda geçene kadar kişiye aittir ancak kayıt altına alındıktan sonra toplumun malı olacaktır. Bu sebeple toplumsal sorumluluk gerektirir. Günceli kurtarmak ve popülerliği artırma adına yapılacak gerçek dışı anlatımlar hiç umulmadık bir anda milletin başına çorap örebilir.

Mete Han, Alparslan, Fatih, Kanuni, Atatürk vb. gibi Türk tarihinin zirve liderleri bilinmeden milli şuur oluşmaz. Bunları sanat yapıtlarında işlerken millet adına iş yapma sorumluluğu ile hareket etmek gerekir.

Ahmet Yesevi dervişlerinin rolü hesaba katılmadan, Ahi Evren, Hacı Bektaş Veli, Yunus Emre gibi zamanın önde gelen fikir önderleri görmezden gelinerek milletin kültür mirası oluşturulamaz. İslami düşünce adı altında Arap Emevi zihniyetinin propagandası yapılıp Arap hayranlığı zirveye çıkarılmaya çalışılmaktadır. Oysa Türkler İslam’ı, Maturudi ve İmamı Azam gibi dönemin zirve kişiliklerinden yararlanmayı seçti ve öz kaynağından öğrenerek yaşamayı sürdürdüler. Peygamberin sünnetini yaşama adına İslam öncesi Arap gelenekleri dinin vazgeçilmezleri arasına konulmaktadır. Kültürel alt yapısı yetersiz olan insanlarımız İslam’ı Arap gibi yaşamak olarak algılamaktadır.

Hem tarihi olayların hem de İslami yaşantının toplum fertleri tarafından doğru anlaşılması ve yaşanması milli bir politika olmalı ve halkı aydınlatacak kaliteli sanat faaliyetleriyle pekiştirilmesine katkı sağlanmalıdır.

Keloğlan, Nasrettin Hoca ve benzerleriyle birlikte Dede Korkut anlatımları okuyucu ve seyirci ile buluşturulmadan Türk kültürüne hizmet edilmez.

Son yıllarda film ve özellikle diziler izleyiciyi ekranlara bağlamış görünüyor. İlk planda bakıldığında, olumlu bir gelişme olarak görülmektedir. Şahsen her yeni diziyi ve filmi izlemeye gayret edenlerden biri olduğumu söylemeliyim. Ne yazık ki bir iki bölümü dahi tamamlamadan hitap ettiği toplumun değerlerine ne kadar olumsuz izler bırakacak yapılar olduğunu görünce, bir daha açmamak üzere elimdeki kumandanın kırmızı düğmesine basmak durumunda kalıyorum.

Diğer yandan çocuklarımız, bir yandan ehil olmayan yazarların millî kültür hassasiyetinden mahrum, insanlığın ortak ahlâk ilkelerine dâhi riayet etmeyen, edebî estetikten yoksun, yazım hatalarıyla dolu niteliksiz kitaplarıyla muhatap olurken diğer yandan kültür aktarımı maksatlı yerli-yabancı yazar ve yayınların istismarıyla karşı karşıya kalmaktadır. Kütüphanelerimiz ve kitap vitrinleri, genellikle bu yayınlarla doludur.

İnsanın hayatı boyunca duygu ve düşünce yapısının şekillendiği en önemli zaman dilimi olan çocukluk dönemi, bilinçli bir yaklaşımla değerlendirilmelidir. Her sözcüğün, çizginin ve her türlü sanat yapıtlarının öz kültürümüzün inbiğinden süzülmesine özen gösterilmelidir.

Nitekim bugün çoğumuzun şikâyet ettiği kültür çatışmalarının, ahlâki bozulmanın, estetikten yoksun konuşma ve yazışmaların, kendi dilinin zenginliği, ifade gücü ve inceliklerinden habersiz bir toplum yapısına doğru gidişin temelinde, çocuklara ve gençlere yönelik olarak kaleme alınan niteliksiz, sözde edebî eserlerin doğrudan veya dolaylı etkisinin olduğu gerçeği gözden uzak tutulmamalıdır. Çocuk edebiyatı alanında iyi olduğumuz söylenemez. Bu alanın sadece dil ve edebiyat yönünden değil, çocukların eğitilmesi konularında da uzmanlık gerektirdiğini, bu niteliklere sahip olmayan ve her önüne gelenin çocuk kitabı yazarlığına soyunması, genç neslin ne gibi tehlikelerle karşı karşıya olduğunu bilmek gerekir. Unutulmamalıdır ki, bir milletin devamı, kültürünün yaşatılması ve geliştirilmesiyle mümkündür. Bunu sağlamanın vazgeçilmezlerinden olan sanat ve edebiyat gibi kültürel değerleri, çocukluk ve gençlik çağlarında içselleştirmiş nesillere ihtiyaç bulunmaktadır.

Nitelikli yerli yazar ve eserler ise yayın ve tanıtım konularında ciddi sıkıntılarla karşı karşıya kalmaktadır. Bu olumsuz gidişin önüne geçmek, toplum olarak hepimizin sorumluluğudur: Yayınevleri, nitelikli yazar ve eserleri desteklemelidir. Toplumsal sorumluluk yanında yayınevlerinin, ancak nitelikli eserler sayesinde kalıcı ve kazançlı birer kurumsal yapı hâline gelebilecekleri unutulmamalıdır.

Millî Eğitim Bakanlığı ve Kültür ve Turizm Bakanlığı başta olmak üzere, edebî eserlere kaynak ayıran bütün resmî kurumlarımızın, tercihlerinde ve desteklerinde seçici olması gerekmektedir.

Çocuklar ve gençler üzerindeki en etkili mecralar olarak görsel medya yöneticilerinin, sinema film, dizi film senaryoları ve edebi eserlerin nitelikleri konusunda özenli olmaları yetmez, devlet olarak milli bir politika geliştirilmelidir. İlgili olan bütün tarafların aynı özenle tercihte bulunmaları, devlet adamlığı, sanatçı duyarlılığı ve sorumluluğunun bir gereğidir.

Yine sanat ve sanatçının toplum üzerindeki etkilerinden hareketle tiyatro oyunlarının da aynı duyarlılık ve özenle seçilmesi kaçınılmaz bir gerekliliktir.

Aileler, çocuklarına okuma alışkanlığı kazandırırken, film, dizi veya oyun izletirken nitelikli eserleri tercih etmelidir. Böylece onların birçok bakımdan yetkin insanlar olarak yetiştiklerini memnuniyetle göreceklerdir. Öğretmenlerin, çocuklarımızın kültürel gelişimindeki yeri ve önemi tartışma götürmez bir gerçektir. Bu anlamda ailelerin öğretmenlerle sürekli irtibatta olmaları hayati önem taşımaktadır.

Asıl sorumluluk ise yazarlara aittir. Yazar, anlattığı her öykünün, kurduğu her cümlenin, kullandığı her kelimenin hatta kullandığı her noktalama işaretinin okurlar üzerinde olumlu veya olumsuz derin izler bırakabileceğinin bilinciyle hareket etmelidir.

Eserlerin sadece içeriği değil, sunumu da son derece önemlidir. Zaman hızla akıyor, gelişen teknoloji ile birlikte fertlerin ve toplumların yaşayış biçimleri, alışkanlıkları, duygu ve düşünce dünyaları ile beklentileri de değişiyor. Dolayısıyla yazar, çocuklarımızın ve gençlerimizin okuma kültürlerinin gelişmesine katkı sağlarken öyküsü, dili ve anlatım ustalığıyla bugünlerine ve yarınlarına kadim kültür ile bağlarını koparmadan hitap edebilmelidir.

Türk milletinin bir mensubu olmaktan gurur duyan, bilgili, kültürlü, ahlâklı, adil, çalışkan, izan ve irfan sahibi nesiller yetişmesine öncülük etmek ve Türk kültürünü geleceğe taşımak için gayret gösterilmektedir. Bu da ancak, milletin tarihi derinliklerinde yatan, destan, masal, hikâye, roman, şiir ve çeşitli yazınsal ve görsel sanat eserlerinin bilinmesi ve o temeller üzerine yenilerinin inşa edilmesiyle mümkündür.

ARKA KAPAK YAZISI

Toprağın ısınıp doğanın bütünüyle canlılığını sergilediği, güneşin tepeden batıya doğru eğilmeye başladığı saatlerde, bir başka çiçek kümesi açtı Orta Anadolu’nun Bozok yaylasında. Kültür farklılığı yüzünden parçalanmış ailenin bireyleri, yıllarca birbirinden ayrı düşen karanfillerdi bunlar.

Birbirleri hakkında doğru dürüst bilgileri olmayan zihinler yeniden canlandı, parçalar yerli yerine oturunca sarmaş dolaş oldu, dört iken bir oldular adeta. Beşincinin eksikliğine rağmen birbirlerinin sıcaklığını ta derinden hissetmeye ve tek merkezden gelen asli kokularını doyasıya solumaya başladılar.

İnsan olmanın, bir ve beraber olmanın tadını çıkarmakta olan bu çiçekler, yaşamları boyu içlerinde büyüyen bütün ötekileri bir çırpıda fırlatıp attılar. Biz oldular, beraber oldular. İçlerindeki farklılıkları zenginlik kabul ettiler, çeşitlilikten güzelliklerin doğacağına içtenlikle inandılar. Yaşadıkları duygu yoğunluğu, farklı bir şey düşünmelerine müsaade etmiyordu. İşte böyle bir sevgi yumağına ev sahipliği yapıyordu, Çamlık Gazinosu.