Bir ülkenin kalkınmasında eğitimin şart olduğunu kabullenmeyen yoktur herhalde. İşin nasıl olması konusunda hemfikir olunmasına rağmen, o işi yapanlara gereken değerin verilip verilmediğini, vicdan süzgecinden geçirme konusunda ne kadar hassas davranıyoruz? Görev ve sorumlulukları konusundaki beklentilerimizi dikkate alarak, o nispette özlük haklarına sahip olup olmadıklarını düşünüyor muyuz? Hem anne babaların gözdeleri hem de ülkenin geleceği açısından değer biçilmez olan çocuklarımızı emanet ettiğimiz öğretmenlerimizden, en değerli varlıklarımızı mükemmel bir şekilde eğitip öğretmelerini beklerken onlara hizmetlerine eş değerde kıymet veriyor muyuz?
Sorulara cevap vermeden önce mevcut durumu gözden geçirmekte yarar var.
Yukarıdan da anlaşıldığı gibi günümüz öğretmenlerinin özlük haklarından bahsetmek istiyorum. Ne yazık ki eğitim sistemi içinde görev yapan öğretmenlerin, üstlendikleri hizmetin karşılığına uygun haklara sahip olduğunu söylemek kolay olmamaktadır.
Çünkü öğretmenler, aynı fakülte mezunu olmalarına rağmen, milli eğitim bakanlığı ve aynı bakanlığın kontrolünde hizmet veren özel öğretim kurumlarında çalışanların eşit düzeyde haklara sahip olmadıkları mevcut uygulamada net olarak görülmektedir.
Milli Eğittim Bakanlığında çalışan öğretmenleri sınıflandıracak olursak; kadrolu öğretmenler, sözleşmeli öğretmenler, ders ücretli öğretmenler olarak üç statüde olduğunu görüyoruz.
Kadrolu öğretmenler: 657 sayılı devlet memurları kanununun 4/a bendine göre istihdam edilenlerdir. Bakanlığın asıl personeli olarak günün şartlarına uygun özlük haklarına sahip olanlar, çağın şartlarına uygun özlük haklarına sahip olmadıkları biliniyor olsa da bunlar en şanslı olanlardır. En azından yaşam ile ilgili geçim sıkıntıları giderebilme yönünden, gelecekleri garantiye alınmıştır.
Sözleşmeli öğretmenler, 657 sayılı kanununun 4/b bendine göre istihdam edilenlerdir. Bu kesimde olanlarda kadrolu öğretmenlerin mezun oldukları fakültelerden mezun olmuş, pedagojik formasyona sahip olan öğretmenler. Farkları, işe alınış şeklinden kaynaklanmaktadır. Görev yetki ve sorumlulukları açısından kadrolu öğretmenlerle aynı haklara sahip denmesine rağmen, 4 yıldan önce tayin isteme hakları olmadığı gibi görevde yükselme sınavlarına da giremezler. Meslekte kalıp kalamayacakları ile ilgili kaygı içinde görevlerini sürdürmektedirler.
Ücretli öğretmenler, 657 sayılı kanununun 89. Maddesi göre yürütülmekte olup ders ücreti karşılığı görev verilmektedir. Her hangi bir üniversitenin ön lisans ve lisans mezunu herkes, ücretli öğretmenlik için müracaat edebilir. Girdikleri ders saatleri karşılığı ücret aldıkları için tatil günlerinde ücret alamazlar. KPSS puanına ve pedagojik formasyona ihtiyaç olmadığı için yöredeki yöneticilerin insafına kalmış bir görevlendirme ile karşı karşıyadırlar.
Öncelikle aynı kurumda görev yapan, eşit sayıda derse giren ve MEB belirlediği aynı programa bağlı olarak görevini icra eden kişilerin haklar açısından bu kadar farklı statü verilmesi kurum içindeki çalışanlar arasında hoşnutsuzluk yaratmakta, veli ve öğrenciler indinde de olumsuz değerlendirmelere sebep olmaktadır.
Özelliklede binlerce eğitim fakültesi mezunu genç iş beklerken ve aldıkları eğitimle alakasız işlerde çalışarak hayatlarını idame ettirirken, öğretmenlik formasyonuna sahip olmayan herhangi birinin görevlendirilmesi akıl alır gibi değil. . Düşünün aynı köy, kasaba, ilçe veya şehrin bir okulunda, herhangi bir alandan ön lisan veya lisans mezunu biri öğretmenlik yaparken, aynı yörede ikamet eden eğitim fakültesi mezunu kişi iş bulamamaktadır.
Bir taraftan, eğitim konusunun ciddiyetine inanacak, o alanda görevlendirilecek öğretmenleri ellerindeki diplomalarına rağmen birçok sınava tabii tutarak iş vereceksiniz. Diğer taraftan, meslek ile hiçbir alakası olmayıp pedagojik formasyonu dahi bulunmayan insanlara çocuklarınızı teslim edeceksiniz.
Bir başka açıdan bakıldığında ise aynı köy, kasaba, ilçe veya şehrin herhangi bir okulunda eğitim ile alakası olmayan ön lisan veya lisans mezunu biri öğretmenlik yaparken, aynı yörede ikamet eden eğitim fakültesi mezunu kişi iş bulamamaktadır.
Sonuç olarak, “Bana bir harf öğretenin kırk yıl kölesi olurum.” sözüyle öğretmenlerin gönlünü okşamadan önce, onlara insan gibi yaşayacakları bir hayat şartları oluşturmak bu milletin boynunun borcudur. Ancak bu sayede ülke çocukları gereği gibi eğitim alacak ve ülkelerinin gelişimine ciddi katkılar sunabilecektir.

ANNE - BABA- ÇOCUK İLİŞKİSİ VE EĞİTİM YAKLAŞIMI

Kişilikler küçük yaşlarda edinilen davranışlar etrafında oluşur. Çocuk, birlikte yaşadığı ailenin ve çevresinin etkisinde kalarak karakter oluşumunu gerçekleştirir. Doğum öncesi başlayan bu eğitim, küçük yaşlarda bilinçli ya da bilinç dışı edinimlerle sürdürülür. Eğitim döneminin uzun süre devam etmesi, ilgililerin konuya vereceği emeğin de yoğun şekilde devam etmesini gerektirmektedir.

İnsanın ilk deneyimleri ve alacağı eğitimler özel önem arz etmektedir. Burada çocuğun dünyaya gelmesinde etken olan anne ve babanın sorumluluğunun derecesi ortaya çıkmaktadır. Doğumuna karar verildiği andan itibaren anne-babanın yaşantısına yeni baştan düzen vermesi, alınan her kararda ve atılan her adımda aileye gelecek yeni kişinin geleceğinin hesaba katılması gerekmektedir. Bu anlayışla yola çıkıldığında, nasıl bir çocuk sahibi olunacağının yanında, o çocuğa nasıl bir eğitim verileceği hususu da önem kazanır.