Necip Fâzıl; “Âsım’ın Nesli” olan Ülkü Ocaklı gençlerin “dîn ü devlet, mülk ü millet” için 1980 öncesi küfre ve komünizme karşı verdiği mücadeleden; “Onlar”ın “Kanımız aksada zafer İslâm’ın” sözünü kanlarıyla yazıp canlarıyla mühürlerken; “Vatanımın ha ekmeğini yemişim, ha uğrunda kurşun” demelerindeki îman, ihlâs, sadâkat, samimiyet, mücâhede, celâdet ve cesaretten dolayı takdir etmiş, ülkücüleri yazılarıyla ve konuşmalarıyla desteklemiştir.
18 Mart 1978 günü İstanbul Ümraniye’de TİKKO militanları tarafından işkence edilerek vahşice öldürülen 5 ülkücü işçinin şehâdetinin ardından Necip Fâzıl’ın yazmış olduğu “Ülkücüler Olmasaydı” başlıklı makâlesinde; “Mücerret ruh diplomalarını bağlamak zorunda oldukları aksiyon üzerine şu andaki tavırlarına ait herhangi bir kıymet hükmü koymaktan kaçınarak ve bu kıymet hükmünü İslâm’dan başka hiçbir noktaya iliştirmenin mümkün olmadığını kaydederek majüskül harflerle vatan semalarına şu mahyayı çekmek isterdim:
Eğer ülkücüler olmasaydı, bu vatan çoktan elden gitmişti.” tespitini yapmıştır. Yine Üstad, “Ülkücüler” isimli bir başka yazısında da “İşte haklarında bir ‘Çerçeve’miz: “Türk’e, her şeyden önce İslâm’a, tarihe, an’aneye, maddesi ve mânâsıyla Türk’ün ruh köküne saldıran, mânâda Moskof veled-i zinâlarının karşılarına aldığı hedef, bugün sadece Ülkücüler...
Allah’ın, ülkücülere lâyık gördüğü fedâkârlık nasibine tam lâyık olmaları için elimizden geleni yapalım ve şimdilik, özlediğimiz neslin fideliğini onlardan başka hiçbir zümrenin vâdetmediğini bilelim…” demiştir.
9-10 Haziran 1979 tarihinde yapılan MHP 14. Büyük Kurultayı’nda verdiği ve daha sonra “Rapor” hâlinde yayınlanan “Hitâbe”sini de; “Sana Türkçü ve kafatasçı gözüyle bakıyorlar... Onlara, sen İslâm’a girdikten ve onda eridikten sonraki Türk’ün Türkçüsü ve kafacısı olduğunu göstermek borcundasın...
Mutlaka bilmek lâzımdır ki, Türk, Müslüman olduktan sonra Türk’tür.” ..Allah’ın selamı Türk’ün istikbâlini kurtaracaklar üzerine olsun.” diye bitirmiştir. Daha sonra Üstad, Ortadoğu Gazetesi’nde günlük “Başyazı”lar yazmaya başlamış, 1979 yılında Ülkü Ocakları Genel Merkezi’nin çıkardığı Nizâm-ı Âlem Dergisi’nin ilk sayılarında makaleleri yayınlanmış ve “Türk’ün ruh kökünü kurutanlara lânet.”, “Ne mutlu Türk yaratıldım, Müslüman yaşadım diyene.” demiştir.
* * *
Necip Fâzıl; 26 Mayıs 1904 tarihinde doğmuş, 79 yıllık bir ömre nasıl sığdırıldığı akıllara durgunluk veren “kitaplık çapındaki” çok önemli eserlere imzâ atmış, yaşadığı döneme damgasını vurduğu gibi, ölümünden sonra da şiirleri, kitapları, fikirleri ve hâtıraları “çağların ufkunda çınlayarak” hayatiyetini devam ettirmiş, “Beriden ötelere; Esselâm! Esselâm! Esselâm!” diyerek yeni nesillere “Yeni selâmlar bestelemiş”; bir gül mevsiminde, bir Berat Kandili arefesinde ve bir Cuma gecesi;
“Ne var ki pazarlığa girişecek ecelle;
Sermâyem tek kelime, Allah azze ve celle.”
“Noktalama”sında ifâde ettiği bir hâlet ve “Her kapıda ağlayıp, o kapıda gülümse”mek aşkıyla;
“Geliyorum!
Tülbent içinde çenem;
Eski kütükte senem;
Geliyorum!”
demiş ve 25 Mayıs 1983 günü Rahmet-i Rahmân’a kavuşmak için Âlem-i Cemâl’e şehbâl açmıştır. Bir başka ifâdeyle söylersek, Üstad Necip Fâzıl; doğumundan bir gün önce ölmemiş, ölümünden bir gün sonra doğmuştur…
İnsanoğlunun şu fânî dünyadaki sevinci de çilesi de elbette gelip geçer, elbette bir gün biter; ama Üstad’ın altın işlemeli “Çile”si asırlar boyu yaşayacak, yeni nesillerin gönül sevincine, fikren istikâmet bulmasına ve “ruh kökünü” yeniden idrâk etmesine vesile olacaktır. Bu sebeple “Meçhûller caddesinin bu kimsesiz seyyâhı”na kimsesiz olmadığını gösterelim. “Vasiyet”inin son cümlesinde: “Beni de Allah ve Resûl aşkının yanık bir örneği ve ardından birtakım sesler bırakmış divânesi olarak arada bir hatırlayınız!” diyen Üstad Necip Fâzıl’a vefâ borcumuzu ödeyelim ve O’na “Vasiyet”i mûcibince hediyeler gönderelim. Ve Üstad’ın “Dövün” şiirindeki;
“Ben ölünce etsin dostlarım bayram,
Üst üste tam kırk gün, kırk gece düğün
Açı doyurmaksa kabirde meram
Yemeğim Fâtiha, günde beş öğün”
mısralarından ilhâm alarak, onu hiç olmazsa “arada bir” yâd edelim, talebini yerine getirelim ve “Fâtihâ”sız bırakmayalım...
Cenâb-ı Hakk, Necip Fâzıl Kısakürek’e kandım diyene kadar rahmet eylesin… Peygamber Efendimiz(s.a.v.)’in şefkat ve şefâati Üstad’ın üzerinden hiç eksilmesin; kabri nûr, rûhu şâd, mekânı Cennet, makâmı âlî olsun... Âmîn!..
Ve sözün bittiği yerde İlâhî kelâm başlar:
“Küllü nefsin zâikatü’l-mevt” *
“İnnâ lillâhi ve innâ ileyhi râciûn” *
“İnil hukmü illâ lillâh” *
Hüve’l-bâkî *
El-Fâtiha…