Bir çocuğun dünyaya gelmesi önce anne babanın sonrada çevresinin sevinç kaynağıdır. Bu sevincin tescili ona konacak isimle gerçekleşir. Konumuzun detayına geçmeden önce, isimin ne demek olduğuna bakalım.

Kısa ve en sade anlatımıyla isim, canlı cansız bütün varlıkları anmaya, tanımaya, ifade etmeye ve birbirinden ayırmaya yarayan kelimedir. Bu tariften yola çıkarsak, bir insanı milyonlarca insan arasından ayırt edebilmenin ilk belirteci, onun ismidir.

Yaratılışı gereği eşi benzeri olmayan bir varlık olarak yeryüzü ile tanışan çocuğun, diğer insanlarla ilk kimliksel ayrıcalığı ismiyle ortaya çıkar. Bu kadar önemli olmasına rağmen hiçbir çocuğun, kendisine verilecek isim konusunda etki etme şansı bulunmamaktadır. Bu konuda etkili ve yetkili olan, öncelikle onun anne-babasıdır. Geleneklerimiz dikkate alındığında ailenin diğer büyükleri de bu konuda etkili ve yetkilidirler. İkinci kesimdekiler daha ziyade, anne babanın danışmanı düzeyinde kalması ve fikirlerinin sorulması uygundur.

Böyle bir sorumluluğu yüklenecek olan aile bireyleri her kim olursa olsun, çok dikkatli olmak durumundadır. İsim babası ya da annesi her kim olacaksa, yavrunun ömür boyu taşıyacağı sembol kelimeyi, özenle seçmelidir. Toplum içinde iyi anılacak, hoş karşılanacak, anlamlı ve telaffuzu kolay isimler tercih edilmelidir.

İsim, sahibinin tanınmasını sağlayan ve kendisini diğer bireylerden ayıran en belirgin semboldür, demiştik. Buna bağlı olarak kişinin en çok duyacağı sözcük, kendi ismi olmaktadır. Bu sebeple herkes kendi isminin güzel ve anlamlı olmasını ister.

İnsanlar isimleri ile ömür boyu anılacaklardır. Hatta yaşamları sona erse bile isimleri onlar adına yaşamaya devam edecektir. İsimler zamanla kişi ile öyle bütünleşir ki, kişinin isminin manasına uygun kişiliğe bürünebileceği bilinmektedir. İnsanın, iyilikle anılması sevinç, kötülükle anılması keder verir.

Bir millet tarihiyle ve oluşturduğu kültürle vardır, onu yaşattığı müddetçe de varlığını sürdürebilecektir. Sık kullandığım, “Sen atanı bil ki, sen seni bilesin.” diye bir cümlem vardır. Atasını bilmeyeninin kendini bilmesi ve varlığını sürdürmesi mümkün değildir. Atalar, kişinin isteyip istemesiyle seçilme imkânı yoktur. Ancak, onların yaşantısından ders çıkarılarak olumluluk veya olumsuzluk ortaya çıkar; beğenilenler alınır, beğenilmeyenler ötelenir.

İsim insanın kimliğini belirler. Bu kimlik öncelikle kültürel bir simgedir de. Millet olarak sahip olduğumuz kültürü, Türk Kültürü olarak adlandırıyoruz. O halde isimlerimiz, Türklüğümüzü ifade eden ve temsil eden kelimelerden olmalıdır. Burada dikkat edilecek konu, sırf kültürümüze ait diye herhangi bir kelime çocuğa isim olarak konmamalıdır. Bu kelimelerin toplumda yer eden algısı da önemlidir.

İster olumlu, ister olumsuz manada olsun, kişiye duyulan tepkiyi en iyi anlatmak ve anlatımı pekiştirmek için halk arasında bir söz vardır. “İsmiyle müsemma” denir. Anlamı; ismine uymuş, ismine yakışmış, ismiyle bütünleşmiş demektir. Böyle bir anlamı yüklenecek olan kelimenin özenle seçilmesi doğru olur kanısındayım. Geçiştirilecek kadar basit olmadığını anlamakta yarar vardır.

Başka bir halk deyişi, “Bir insana kırk gün deli dersen deli olur.” sözü de bu iddiamızı pekiştirmektedir. Kendisine “isim” olarak verilen kelime ile kırk gün değil nice kırk yıllar, kısaca, yıllarca çağırılacak, anılacak olan kişiyi bir düşünün, ne olmaz ki. Ömrü boyunca hep duyacağı ve duymak zorunda olunan kelimenin, o insanın kişiliğine ne kadar etki edebileceğini varın siz düşünün. Yani isim, insanın kendisini yansıtır. Kısaca isim insanın kaderidir ve kültürel kimliğinin de en belirleyici işaretidir.

Not: Bir sonraki yazımda, “Kültürümüzde Çocuğa İsim Verme Geleneği” konusuna değineceğim.