Çamlık gazetemizin yeni döneminde haftada bir sizlerle birlikte olacağımın mutluluğu içinde selam ve muhabbetlerimle…

Ülkemizde herhangi bir şehirde caddeye çıkan bir yabancı, hangi ülkede olduğunu anlamakta zorluk çekecektir. Sadece büyük şehirler, turistik merkezlerde buna tenezzül edilmiş olsa, sığınılacak bir bahane bulmak kolaydır. En kolayı müşteri çekebilmektir. Bırakalım büyük şehirleri, turistik merkezleri, “Kuş uçmaz, kervan geçmez.” denebilecek küçük yerleşim yerlerinde dahi mekân isimleri yabancı kelimelerle adlandırılır hale gelmiştir. İş yeri sahibine sorduğunuzda, yaptığı işyerinin adı olarak koyduğu kelimenin anlamını doğru dürüst açıklayabilecek olana rastlamak mümkün değildir. Bırakın anlamını, yazıldığı şekliyle telaffuz etmekte bile güçlük çekmektedirler. Seçtikleri ismin anlamını içeren onlarca Türkçe kelime var iken neden o yola başvurdukları anlaşılması zor, zor olduğu kadar da üzücü bir durumdur. Bu yabancı isimler, ilk anda bir şey ifade etmiyor gibi gözüküyor olabilir. Gün geçtikçe yoğunlaştı dikkate alındığında, uzun vadede kültürel yozlaşmaya hizmet edeceği unutulmamalıdır. (Center-Merkez, Star-Yıldız, Catering-Yemek Hizmeti, Hospital-Hastane, Greenium-Yeşilevler, Dorock-Durak vb.)

Yozlaşmaya hizmet eden bir başka uygulama ise Türkçe kelimeleri anlamsız şekilde değiştirerek özenti kelimeler üretmek. Kullanılan kelime Türkçe, anlam uygun fakat yabancı kelime havasına büründürmek için zorlama harf ve ekler yükleyerek isim oluşturmak. Burada şuursuzluğun zirvesine ulaşıldığına şahit oluyorsunuz. Kendinden olanı dahi yabancı gösterme gayreti, aşağılık kompleksinin en tehlikelisi değil midir?. (The Efendy- Efendi’nin Yeri, Whisne-Vişne, Dönerland’s- Dönerci, Pahsa-Paşa, CoonDra-Kundura vb.)

Yüzde doksan dokuz Türk insanına hizmet ettiği halde yabancı kelime özentisi, kişinin özgüvenden yoksunluğunun eseri olsa gerektir. Turistik çevrelerde dahi buna ihtiyaç duyulduğunu zannetmiyorum. Özellikle kültür turizmine katılan insanlar, gittikleri ülkelerin kültürel yapısını tanımayı öncelerler. Birçoğu, birkaç yıl önceden gidilecek ülkenin dilini öğrenmek için kurslara katılır ve o ülke insanlarıyla kendi dillerinde konuşabilmeyi bir beceri artısı olarak algılarlar. Zorunlu olmadıkça kendi dillerini kullanmamaya özen gösterirler. Yeni bir dilde kendini ifade edebilmenin kişiye artı değer kattığının ve öz güvenini geliştirdiğinin bilincindedirler. Bunu yapamayanlar da bir rehber eşliğinde gezilerini tamamlarlar. Turizm, aynı zamanda kültür aktarım faaliyetidir. Yabancı olan yeni kültürü tanımaya çalışarak bilgi ve görgüsünü geliştirirken, ev sahibi olan kendi kültürünü doğru tanıtmanın zevkini yaşayacaktır. Böylece insanlar, birbirlerinin kültürel yapıları hakkında alışverişte bulunurlar. Bu etkileşimin en etkili aracı da dildir.

Çağlar ötesinden akıp gelen ak yüzlü atalar yadigârının ulu oğullara ulaşmasını sağlayan; gittiği her yerde temiz ve sadeliğiyle yanında olan, ayak bastığı dağa, taşa, akan suya, uçan kuşa damgasını vurduğu ses bayrağına değinmeden konuya girmek doğru olmazdı

Milli dilimiz hususunda uygun hareket edip edemediğimiz konusundaki kaygılarımı, bu milletin bir ferdi olarak dile getirmeye çalışacağım. Bu konuda hassasiyeti olanların dikkatini çekmek, hatta hiç umursamayanların bir nebze olsun kafalarına soru işareti bırakabilirsem kendimi bahtiyar addedeceğim. Aynı zamanda, emeklerim boşa gitmeyecek diye düşünüyorum.

İnsanda, bebeklik çağında dahi çevresinde olup bitenleri takip etme, taklit etme, gördüklerini ve duyduklarını kopyalayabilme kabiliyetlerinin olduğu görülür. İlk zamanlarında anne, baba ve aile bireyleri olmak üzere yakın çevresindeki insanların iletişim aracından etkilenir. Aile iletişim aracı ana dildir ve çocuk da ister istemez ana dilden beslenir. Zihin gelişiminin altın çağı olarak kabul edilen 0-3 ve insan hayatında beyin gelişiminin en yoğun olduğu 0-10 yaş aralıkları, ileriki yaşların temelini oluşturur. Bu dönemde çocuğun içinde olduğu aile ve çevrenin etkisi ortaya çıkmakla birlikte, kullanılan dilin önemi bir o kadar artmaktadır.

Önemli bir potansiyele sahip olan insan beyni, doğumdan itibaren birçok ihtimale uyacak düzeyde hazır vaziyette ve değişik koşullara uyum sağlayabilecek kabiliyet ve becerilere sahiptir. Duyuları ve hislerinin şekillenmeye başladığı bu dönem, insanın çevre etkisine girmeye başladığı dönemdir. İnsanın düşünce ve hayal dünyası, anlama ve algılama kapasitesi, kısaca tüm zihinsel faaliyetler, kullanılan dile uygun olarak şekillendiğine göre, anadilin insan yaşamında ne kadar önemli olduğu ortaya çıkmaktadır.

Kültürlerin gelecek nesillere taşınmasında en önemli unsur, iletişim aracı olan dil olduğunu tekrar hatırlatmakta yarar vardır. Dilini kaybeden toplumların, kullandıkları dilin kültür dairesine girdikten sonra varlıklarını devam ettiremeyebileceklerini unutmamak gerekir. Dil demenin, kültür demek olduğunu, kültürün ise kimliği oluşturduğunu zihinlerde canlı tutmanın önemini ve kimliğini kaybedip varlığını sürdüren bir millete rastlamanın mümkün olamayacağını hatırlatmak gerekir.

Toplumlar, her kesimin sahipleneceği bir üst kimlik ve ortak kültürün oluşmasında kullanılan dil sayesinde gelişimini sağlayacak, en basit esintileri dahi kullanarak ayrılıkçılığı körükleyenlerin hevesleri kursaklarında kalacaktır.

Dilin doğru kullanılması ve yaygınlaştırılması hususunda halk bilinçlendirilmediği, bunun ciddiyeti ortaya konmadığı, milli bir refleks olarak algılanması sağlanmadığı sürece geleceği garantilemek mümkün olmayacaktır.

Milli birlik ve vatan bütünlüğünün sağlanması, gönderdeki bayrağın yere indirilmesine ve ses bayrağının susturulmasına müsaade edilmemesiyle mümkündür.