Özgür yaratılışlı bir yapıya sahip olan insan, aklını ve özgür iradesini kullanma yeteneğini gösteremediğinde, insani vasıflarını kaybetmiş, herhangi bir yaratık durumuna düşmüş demektir. İnsani vasıf; bilmediğini öğrenmek, duyduğu ve okuduğu fikirler üzerinde düşünerek irdelemede bulunmak, sorgulamak ve kıyaslamalar sonucu bir kanaate ulaşabilmeyi gerektirir. Toplumumuzun özeline indiğimizde, okuyup öğrenmeyen, araştırmayan, birilerinin söyledikleriyle yetinmekle birlikte, her duyduğunu doğru kabul ederek körü körüne onların peşinden giden insanlar yığını galine gelindiği görülecektir.

Sağlıklı bir insanın kalp gözü açık, zihni özgür olur. Görme engelli bir insana rengi anlatmak ne kadar imkânsızsa, cahil bir insana laf anlatmak da o kadar zordur. Kalp gözü açık olanlardan olmak, renkleri ayırt edemeyecek kadar kör olmaktan sakınmak gerekir.

Yandaşlık, sürü psikolojisinin olduğu dönemlerde yoğun olarak taraftar bulduğu gibi azınlığa düşüldüğünde de taraftar bulur. Kolaylıkla oltaya takılacakları için zayıf karakterlerin avcısı çoktur. Oysa insan, düşünen, akıl eden bir varlıktır. Ona av olmak değil avcılık yakışır.

Kişi fikrinde ısrarcı ve görüşlerini belli bir temele dayandırıyorsa samimidir, kendi açısından doğrucudur demektir. Aksi halde gelecekte esamisi dahi okunmayacaktır. Birilerine yaranmak ya da şirin görünmek için edebiyat ya da sanat yapıldığında, sanat olmadığı gibi düşünce üretildiğinde de geçerli bir düşünce olarak yer bulamaz. Yapıldığı zannedilse bile aydınca olmaz. Üretilen düşüncenin özgün ve sahici olması, başkalarını takip ve taklitten arınmış olmakla birlikte, her dönemde geçerliliğini korumasıyla da kendini gösterir.

Ameller niyetlere bağlıdır, kişiye ne anlatırsanız anlatın, peşin hükümle yola çıkıyorsa veya kafa basmıyorsa anladığı kadarını, dahası anlamak istediği şekilde anlar. “İyilik yapalım iyilik bulalım.” diye hür düşüncesine sahip olabilenlerden olmaya güç mü yeter.

Yaşandığı günün siyasi konjonktürüne göre taraf olunan ve karşı olunan birçok insan veya topluluklar ötekileştirilerek değersizleştirilmeye çalışılmış. Birini takdir eden diğerini küçük görmeyi marifet saymıştır. Unutmamak gerekir ki fikirler zıtlıklar karşısında gelişir. Bu, bilim ve sanat da olduğu gibi edebiyatta da kendini gösterir. Bütün yenilikler ve gelişmeler, karşısındakinden daha iyiyi, güzeli ve anlamlıyı bulmak çabasıyla ortaya çıkmıştır.

Toplumumuzda oluşmaya başlayan genel yapı, takipçisi olunan kişilerin söylenilenlerini olduğu gibi kabullenir hale gelinmiş olmasıdır. Konuşulanları, irdeleyip sorgulamadan aynen kabul edilmesi, duydukları veya okuduklarını bir de kendi düşüncesine yakın hisseder, yazanın veya konuşanı yandaşı olarak görürse; ne söylemek istediğine, hangi saikla ya da ne amaçla o düşünceleri ortaya koyduğuna bakmadan olduğu gibi kabullenilip birinci derecede savunucusu durumuna geçilebilmesi, toplumsal yapının zaafını oluşturmaktadır. Doğru mu, yanlış mı olduğuna bakmadan duyduklarını olduğu gibi kabul etmek, o konuyla ilgili kişisel bir fikrinin olmadığı, başkalarının güdümünde yaşantısını sürdürmeyi kolaycılık olarak kabul ettiğinin göstergesidir.

Ön yargılı olmadan iyiye iyi, kötüye kötü, hatalıya hatalı denilemediği müddetçe, insanların kolaylıkla birbirlerini yargılamayı sürdürmekten öte bir işe yaramaz. Bu ve benzeri davranışlar toplumsal bütünlüğü zedeler, kargaşa ortamlarının yaratılmasına sebep olur ve nihayetinde ayrımcılığa yol açar. Oysa her milletin sağlam temeller üzerinde varlığını sürdürebilmesi, ayrımcılık ile değil birlik ve bütünlük oluşturmakla mümkündür. Her toplumun birlikteliğini sağlayan, sağlam yapıştırıcıları vardır. Önemli olan onları bulup yaşatabilmektir. Teferruatlardaki farklılıkları değil, genel yapı içindeki ortaklıkları görme yeteneğine sahip olabilmektir.

Toplumsal birliğin sağlanması, milli ve ulusal değerlerin bir bütün olarak ele almaktan geçer. Aksi halde bu değerler tek başına, kolay yıpratılacaktır. Değerlerin yıpratılması, toplumu oluşturan bireyleri sürüleştirmekten ve onları birbirine yaklaştıran bağların kopartılmasından geçer. Oysa hayata bilinçli yaklaşan, düşünen, düşündüklerini paylaşan, duydukları ve okuduklarını sorgulayan, olgular ve olaylar üzerinde özgün yorum katabilen bireylerin oluşturduğu toplumlar, dışarıdan gelebilecek hiçbir olumsuz etki altında kalması mümkün olmayacaktır. Başkalarını ötekileştirmeden, aidiyet duygusu taşıyabilen hoşgörü ve zihin diriliğinde yaşayabilmeyi becerebilenlerin çoğunluğu oluşturduğu güzel günler sizinle olsun.

Özgür yaratılışlı bir yapıya sahip olan insan, aklını ve özgür iradesini kullanma yeteneğini gösteremediğinde, insani vasıflarını kaybetmiş, herhangi bir yaratık durumuna düşmüş demektir. İnsani vasıf; bilmediğini öğrenmek, duyduğu ve okuduğu fikirler üzerinde düşünerek irdelemede bulunmak, sorgulamak ve kıyaslamalar sonucu bir kanaate ulaşabilmeyi gerektirir. Toplumumuzun özeline indiğimizde, okuyup öğrenmeyen, araştırmayan, birilerinin söyledikleriyle yetinmekle birlikte, her duyduğunu doğru kabul ederek körü körüne onların peşinden giden insanlar yığını galine gelindiği görülecektir.

Sağlıklı bir insanın kalp gözü açık, zihni özgür olur. Görme engelli bir insana rengi anlatmak ne kadar imkânsızsa, cahil bir insana laf anlatmak da o kadar zordur. Kalp gözü açık olanlardan olmak, renkleri ayırt edemeyecek kadar kör olmaktan sakınmak gerekir.

Yandaşlık, sürü psikolojisinin olduğu dönemlerde yoğun olarak taraftar bulduğu gibi azınlığa düşüldüğünde de taraftar bulur. Kolaylıkla oltaya takılacakları için zayıf karakterlerin avcısı çoktur. Oysa insan, düşünen, akıl eden bir varlıktır. Ona av olmak değil avcılık yakışır.

Kişi fikrinde ısrarcı ve görüşlerini belli bir temele dayandırıyorsa samimidir, kendi açısından doğrucudur demektir. Aksi halde gelecekte esamisi dahi okunmayacaktır. Birilerine yaranmak ya da şirin görünmek için edebiyat ya da sanat yapıldığında, sanat olmadığı gibi düşünce üretildiğinde de geçerli bir düşünce olarak yer bulamaz. Yapıldığı zannedilse bile aydınca olmaz. Üretilen düşüncenin özgün ve sahici olması, başkalarını takip ve taklitten arınmış olmakla birlikte, her dönemde geçerliliğini korumasıyla da kendini gösterir.

Ameller niyetlere bağlıdır, kişiye ne anlatırsanız anlatın, peşin hükümle yola çıkıyorsa veya kafa basmıyorsa anladığı kadarını, dahası anlamak istediği şekilde anlar. “İyilik yapalım iyilik bulalım.” diye hür düşüncesine sahip olabilenlerden olmaya güç mü yeter.

Yaşandığı günün siyasi konjonktürüne göre taraf olunan ve karşı olunan birçok insan veya topluluklar ötekileştirilerek değersizleştirilmeye çalışılmış. Birini takdir eden diğerini küçük görmeyi marifet saymıştır. Unutmamak gerekir ki fikirler zıtlıklar karşısında gelişir. Bu, bilim ve sanat da olduğu gibi edebiyatta da kendini gösterir. Bütün yenilikler ve gelişmeler, karşısındakinden daha iyiyi, güzeli ve anlamlıyı bulmak çabasıyla ortaya çıkmıştır.

Toplumumuzda oluşmaya başlayan genel yapı, takipçisi olunan kişilerin söylenilenlerini olduğu gibi kabullenir hale gelinmiş olmasıdır. Konuşulanları, irdeleyip sorgulamadan aynen kabul edilmesi, duydukları veya okuduklarını bir de kendi düşüncesine yakın hisseder, yazanın veya konuşanı yandaşı olarak görürse; ne söylemek istediğine, hangi saikla ya da ne amaçla o düşünceleri ortaya koyduğuna bakmadan olduğu gibi kabullenilip birinci derecede savunucusu durumuna geçilebilmesi, toplumsal yapının zaafını oluşturmaktadır. Doğru mu, yanlış mı olduğuna bakmadan duyduklarını olduğu gibi kabul etmek, o konuyla ilgili kişisel bir fikrinin olmadığı, başkalarının güdümünde yaşantısını sürdürmeyi kolaycılık olarak kabul ettiğinin göstergesidir.

Ön yargılı olmadan iyiye iyi, kötüye kötü, hatalıya hatalı denilemediği müddetçe, insanların kolaylıkla birbirlerini yargılamayı sürdürmekten öte bir işe yaramaz. Bu ve benzeri davranışlar toplumsal bütünlüğü zedeler, kargaşa ortamlarının yaratılmasına sebep olur ve nihayetinde ayrımcılığa yol açar. Oysa her milletin sağlam temeller üzerinde varlığını sürdürebilmesi, ayrımcılık ile değil birlik ve bütünlük oluşturmakla mümkündür. Her toplumun birlikteliğini sağlayan, sağlam yapıştırıcıları vardır. Önemli olan onları bulup yaşatabilmektir. Teferruatlardaki farklılıkları değil, genel yapı içindeki ortaklıkları görme yeteneğine sahip olabilmektir.

Toplumsal birliğin sağlanması, milli ve ulusal değerlerin bir bütün olarak ele almaktan geçer. Aksi halde bu değerler tek başına, kolay yıpratılacaktır. Değerlerin yıpratılması, toplumu oluşturan bireyleri sürüleştirmekten ve onları birbirine yaklaştıran bağların kopartılmasından geçer. Oysa hayata bilinçli yaklaşan, düşünen, düşündüklerini paylaşan, duydukları ve okuduklarını sorgulayan, olgular ve olaylar üzerinde özgün yorum katabilen bireylerin oluşturduğu toplumlar, dışarıdan gelebilecek hiçbir olumsuz etki altında kalması mümkün olmayacaktır. Başkalarını ötekileştirmeden, aidiyet duygusu taşıyabilen hoşgörü ve zihin diriliğinde yaşayabilmeyi becerebilenlerin çoğunluğu oluşturduğu güzel günler sizinle olsun.

HİKAYE ARKA KAPAK YAZISI


Kendini birilerinin yanında, başkalarının da karşısında bulur. Oysa ne birilerinin yanında, ne de başkalarının karşısındadır.
Zaman zaman içsel çığlıklar atar. Yaratandan ve kendinden başkasının duymadığı, hissetmediği ancak herkese duyurabil-mek için can attığı çığlıklar…
Bazıları isyan, bazıları insanoğlunun doyumsuzluğuna, tat-min olmayan hırsına, yakıp yıkmalarına, insanları katletme şu-ursuzluğuna…